Tıkla Sende Sitene Ekle


   
  HALİS DİN ALLAH'INDIR
  Kur'an ı kerime göre akletmek
 
Bismillahirrahmanirrahim

Kur’an’a  göre akletmeye geçmeden önce, Kur’an’a  göre akıl nedir?  Konusunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

 

Akıl, Kur’an’ın anlatımıyla insana  verilen anlama, ölçüp tartma, mukayese ve muhakeme yapma yeteneğidir. Ayetlerin ışığında konuya baktığımızda, aklın, beş duyumuzdan da istifade ederek merkezi kalp olarak tanımlanan anlama, yargılama  ve hüküm çıkarma yeteneği olduğunu görürüz.

 

Allah sizi annelerinizin karnından  bir  şey bilmez halde çıkarmıştır. Belki şükredersiniz  diye size kulak, göz ve kalp  vermiştir. " (16/78)

 

;Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki,  orada  olanları akledecek kalpleri, işitecek kulakları olsun;  Ama yalnız gözler kör olmaz fakat göğüslerde olan kalpler de körleşir." (46/26)

 

;Andolsun ki, Cehennem için birçok cin  ve insan yarattık;  Onların kalpleri vardır ama anlamazlar; kulakları vardır ama işitemezler; gözleri vardır ama göremezler. İşte bunlar  hayvanlar gibi, hatta  daha da sapıktırlar. Bunlar gafillerdir.  " (7/179)

 

"> Özellikle  Hacc 46. ayetinde;  "Akledecek kalpleri" ifadesiyle anlama ve düşünme merkezi olarak "kalp"  gösterilmektedir. Bu  nedenledir ki, olaylar karşısında kalbin atışları  değişmekte,  kan basıncı yükselmekte ve yüz hatlarımız değişmektedir.  Tur  Vadisinde  vahye ilk  muhatap olan Musa  (A.S.) Rabbına şöyle dua ediyor:

 

"> "Rabbim! Göğsümü genişlet” (Tahammül  gücümü artır.) (20/25)  Sevinçte  ve  kederde ilk tepkinin kalbimizden gelmesi nedeniyle" içim açıldı, rahatladım"  veya aksi durumlarda "içim daralıyor, kalbim sıkışıyor" gibi ifadeler  çokça kullanılmaktadır.

 

">Duyu organlarımızın yardımıyla olayı  algıladıktan sonra gerekli tepkiyi veren bir mekanizma olarak  kalbi, düşünmenin merkezi olarak almak ayetin ruhuna uygun  düşmektedir.

 

>Genel olarak akıl, sözlüklerde şöyle  tanımlanmaktadır;

 

1-  İnsanda varolan anlama kabiliyetidir. İki  farklı  şeyi birbirinden ayırma, benzer iki şey arasındaki bağlantıyı kurma, eşya ve olayları düşünüp değerlendirerek hüküm  çıkarma  kabiliyetidir.

 

2- Apaçık doğruları yada soyut  nesneleri, özleri  itibariyle veya bütün yönleriyle doğrudan ve aracısız biçimde  sezme-anlama melekesi öncülerden sonuca geçme suretiyle çıkarım yapma  gücü.

 

3- Vahiy, inanç, sezgi, duygu,  duyum, algı ve  deneyden farklı olarak sadece insana özgü olan bilme yeteneğidir. Doğru düşünme ve hüküm verme yeteneği, kavram oluşturma  gücüdür.

 

Elmalı  Hamdi Yazır’a göre  :

 

Akıl, mahsus olmayan alemi anlamak için vardır. Alem ikiye ayrılır: Görünen alem, görünmeyen alem diye ki, buna  mana  alemi, melekut alemi de denir. İşte bu alem duyularımızla  değil, aklımızla  varlığı anlaşılan ve kabul edilen alemdir.  Gaybı haber veren vahyin anlaşılıp algılanması da akıldan başka bir şeyle mümkün değildir.

 

  "Haydi yerde ve gökte iki ilah olduğunu düşünün. Eğer  yerde ve gökte iki ilah olsaydı bu düzeni yerinde bulamazdınız."  (21/22 )  ayetiyle Allah kendi varlığını, birliğini aklın  yargılamasına sunarak, bir  olmanın mutlak gerekliliğini akla  onaylatıyor. Aklı yaratan onun kabiliyet ve  kapasitesini bilmektedir.  Bu nedenle Kur’an’da türevleriyle 766 kez tekrarlanan  "akıl"  bir fiil olarak zikredilmektedir. "Hala  akletmeyecek misiniz?"

 

Akletmek  başlı başına bir iştir. Gördüğümüz, duyduğumuz, dokunduğumuz,  yiyip içtiğimiz ve  kokladığımız şeyler hakkında düşünerek, muhakeme ve mukayese yaparak, teemmül, tefekkür ve tezekkür ederek bir sonuca  varmaktır.

 

">            Yapılan işin "akletmek"  olması için gerçekten aklın  devreye sokularak düşünülmesi  gerekmektedir. Hevaya tabii olmanın, hislerle  hareket etmenin,  kalabalıklara tabii olmanın, teamüllere meyletmenin  adı "akletmek" değildir. Allah Kur’an’da  ibret sahnelerini gözler önüne koyduktan sonra : "Hala akletmeyecek  misiniz?",  hala  aklınızı  kullanmayacak mısınız?,  hala düşünmeyecek misiniz? Akletmeyenler davarlar gibidir (25/44) gibi ifadeler kullanmaktadır. Allah’ın  öğretip, kendilerinin de bildiği doğrulara tabii olmayıp  gerçekleri örten, dünyevi menfaatini dininin önüne geçiren Beni İsrail’in  alimlerini Allah, "Kitap taşıyan merkeplere" benzetmektedir(62/5). Allah’ın ayetlerine kendilerini kapatanları ise şöyle  değerlendiriyor:

 

quot;İçlerinden sana  kulak verip dinleyenler de vardır.  Fakat sağırlara sen mi duyuracaksın?  Hele akılları da  ermiyorsa"

 

"İçlerinden  sana bakanlar da vardır fakat körlere sen mi yol göstereceksin?  Hele basiretleri de yoksa."  (10/42-43)

 

Dünyada olup bitenlere geniş açıdan bakıp değerlendirmeyen ve kendi görüşünü her şey zannedenleri Allah, karanlık bir gecede ateş yakan, yaktığı ateşin etrafında çok dar bir alanın dışında dünyayı görmeyen bir kimseye benzetiyor (2/17) ve onların düştükleri gülünç ve vahim  sonu anlatarak:

 

"Onlar  sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple  onlar geri (girdikleri  kötü yoldan imana) dönemezler." (2/18)  buyuruyor.

 

İnsanı kuşatan hayat ve kainat hakkında vahyin aydınlığına  gözlerini, kulaklarını ve gönüllerini kapatanlara; bilim yoluyla her bilgiye ulaştıklarını, aydınlanma felsefesiyle her şeyi aydınlığa çıkarıp gördüklerini zannedenlere Allah  şöyle  buyuruyor:

 

quot;Asra yemin olsun ki insan hüsrandadır. Ancak iman  eden ve salih amel işleyenlerle,  birbirlerine Hakkı ve sabrı tavsiye edenler  müstesnadır."  (103/1-3) onlar hüsranda değillerdir .Onlar umduklarına da kavuşacaklar. Onlar  mahzun da olmayacaklar. Allah’ın kedilerine hazırladığı  cennetlerle  sevineceklerdir. Kendilerince ‘aydınlananlar’ ise hüsranda  olacaklardır.

 

quot;Allah size işte böylece ayetlerini açıklıyor, düşünüp hakikati anlayasınız diye." (2/242)

 

Akletmek : Arapça A-ka-le fiilinden mastardır.  Kelime  anlamı, gerçeği anlamak, bilmek, çocuk için temyiz (iyiyi  kötüden, hayrı  şerden, lehine ve aleyhine olacak şeyleri birbirinden ayırma) çağına ulaşmak, gölgeye  çekilmek, (-ila) ile  kullanıldığında ise, sığınmak, korunmak anlamlarına  gelmektedir.

 

Akletmek: tefekkür (düşünmek), teemmül  (ummak/beklemek),  teşe’ur (hissetmek/anlamak) kelimeleriyle de anlam yakınlığı olmakla beraber, insanın beş duyusu da dahil olmak üzere bunların  hepsini kapsamına alan bir ifadedir. Akletmek  doğru bir hükme varmanın, gerçeğe  uygun karar vermenin, doğru  inanıp, doğru davranmanın adıdır.

 

Doğru kararlar verebilmek, doğru inanıp, doğru  davranmak  için; insanın bütün özelliklerini devreye koyarak afakta ve  enfüste  (kainatta ve kendi nefsinde) bulunan Allah’ın ayetlerini  görmek, anlamak,  duymak, tatmak, hissetmek için bu özelliklerin  hepsine ihtiyaç  duyulmaktadır. İnsan, taş ile pamuk arasındaki  farkı dokunarak, acı ile tatlıyı  tadarak, doğadaki güzel  ve çirkin sesleri duyarak, tabiatın göz dolduran  renklerini  görerek anlar ve onlar hakkında doğru kararlar verir.

 

Olayları anlamada, eşyayı tanımada bildiklerimizden  istifade ederek eşyanın ve olayların görünmeyen boyutlarıyla  ilgili kanaat  sahibi oluruz. 

 

>Kainatta hazır bulduğumuz  kanunların işleyişini  gözlemleyerek bu kanunların mükemmelliğinin  kaynağını, eşya ile olan uyumunun  sırlarını, bizimle olan  ilgisini anlamaya çalışırız. Bunları yapabilmek için de  gören  göze, işiten kulağa ve hisseden gönüle ihtiyacımız vardır.  Baktığı halde  görmeyenleri kör, duyduğu halde gerçeği  duymayanları sağır, anlama kabiliyetine sahip olduğu halde gerçekleri dillendirmeyenleri de  Allah, dilsizler olarak nitelendirmektedir. (2/18)

 

"Nice kasabaların halklarını haksızlık yaparken  yok  ettik. Artık çatıları çökmüş, kuyuları terk edilmiş,  sarayları bomboş  kalmıştır."

 

"Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, orada olanları  akledecek kalpleri, işitecek kulakları olsun. Ama yalnız gözler  kör olmaz, fakat  göğüslerde olan kalpler de kör olur."  (22/45-46)

Gören gözler, anlayan  gönüller için Allah, yaşadığımız çevremizde her mevsim  cereyan eden olayları insan hayatına benzeterek  anlayıp akletmemiz  için örnek gösteriyor:

 

"Dünya  hayatı, gökten indirdiğimiz su ile bitirdiğimiz yeryüzünün bitkileri gibidir: Bunlar insanların ve hayvanların  yiyeceği  şeyler, birbirine örülür. Yeryüzü süsünü takınıp bezenir  yerin  sahipleri bunlara sahip olduklarını zannettikleri sırada,  gece veya gündüz buyruğumuz (yakıcı, yok edici azabımız) geliverir de orayı biçilmişe çeviririz de sanki bir gün önce bir şey yokmuş gibi olur. Biz ayetleri düşünenlere böyle  açıklarız."  (10/24)

 

İnsanın bütün özelliklerini  harekete geçirerek  insan, hayat ve kainat; İnsan, hayat ve kainatın öncesi,sonrası ve hali değerlendirerek gerçeğe uygun düşüncenin,  Hakka ittiba eden davranışın ve  Allah’ı razı eden yaşayışın  sahibi olmak, Akletmeyi tanımlayan bir eylemdir.  Değişik biçimde  ifade edersek akletmek, sahih bir imana, salih bir  amele, Muhammedi  yaşayış ve Kur’ani bir anlayışa sahip olmaktır.

 

 

Akleden insan faydanın büyüğünü ve çoğunu, zararın  ise az ve hafif olanını tercih eder. Zararın çoğunu, faydanın azını tercih edene  kimse akıllı olarak bakmaz. Geçici olanı  daimi olana tercih edeni de akıllı olarak görmek mümkün değildir.  Güç ve kudret sahibine itaat, zayıf ve güçsüz olana isyan kolay iken, güç ve kudret sahibine isyanın, zayıfa itaat adına yapılması ise akıl kârı değildir.

 

Nimette bolluk ve süreklilik, kudrette yücelik ve erişilmez  ebedilik olarak Allah, hiçbir varlıkla kıyaslanamazken, insanlar, "genişliği yer ve gök kadar olan cennetlere" geçici dünyanın çer ve çöpünü  tercih ediyorlar. Sonsuz olan Ahiret saadetine, dünyanın oyun ve eğlenceden ibaret olan geçici zevklerini tercih ediyorlar. Kudreti  sonsuz ve her şeye kadir olan Allah’a itaat  yerine, kendine bile kadir olamayan aciz bir varlığa (tağutlara, firavunlara, nemrutlara,  bel’amlara , hevasına ve hemcinsine)  itaat ediyorlar.

 

Allah’ı bırakıp hevalarını, rahiblerini ve  bilginlerini, melik ve sultanlarını, atalarını ve ruhbanlarını, şeyhlerini ve  üstatlarını  Rabbler ediniyorlar.(9/31) Allah’a  isyan, onlara ise itaat  ediyorlar. Halbuki:

 

‘O gün Allah, öyle  bir azab eder ki hiç kimse onun gibi azab edemez.(Allah onları  öyle bir bağlar ki,) O’nun bağladığı gibi de hiç kimse bağlayamaz.(89/25-26) tehdidi onlar için bir şey ifade etmiyor. Bu sonuçların hiç birine akledilerek varılmış değildir.

 

Ne yapalım ki akledenlerden olalım? konusuna gelince şunları söylemek mümkün: Edebli insana sormuşlar "Sen edebi nereden öğrendin?"  O da: "edebsizden"  demiş. "Nasıl"? deyince demiş ki: "Ben edepsizin yaptığını yapmaktan uzak durdum, sonuçta ben edepli, o ise edepsiz oldu."

 

Kısa ifadesiyle akledenlerden  olmak için akletmeyenlerden olmamak lazımdır. Meseldeki şahıs, edebi edepsizden öğrenmiş. Ama biz edebi Allah’ın edeplendirdiği elçisinden öğrenmek zorundayız.

 

Akleden insan bütün varlığıyla anlar ki, Allah’a isyan etmek insanın yaptığı en büyük yanlışlıktır. Bütün kainatı ve içindekileri yoktan var edip yaratan, yaşatan, doyuran, öldüren ve dirilten, nizam koyup ondan hesaba çeken bir kudrete karşı koymanın akıl kârı olmadığı aşikardır. Bu gücün sahibine karşı sorumluluklarını yerine getirmeye çalışır. Korku ve ümit  içinde ona yalvara yakara dua eder.(25/77) Sadece ona ibadet  eder ve sadece  ondan yardım ister. Gayb'a iman eder. Namazı  kılar. Verilen rızıktan da Allah  için infakta bulunur. Allah’tan  gelen kitapların, öncesine ve sonrasına iman eder. Ahiret'in varlığından ise emin olur. (2/3-5)

 

Akledenlerden her biri, Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere iman eder. Peygamberler arasında ayırım yapmaz.  İşittik  ve itaat ettik, Ya Rabbi! affına sığınırız dönüş  yalnız sanadır" der.  (2/285)

 

Allah’ın  kuluna yeteceğine inanır, O’ndan  başkasından korkmaz. O’na dayanıp  güvenir; bilir ki Allah dünyada da Ahirette de  kuluna yeter.  (39/36)

 

İnanır ki, ayrılığa  düştükleri konularda hüküm  vermek Allah’a aittir.  Mutlak hakim odur. Hüküm vermek de onun işidir. Kul olarak ona teslim olmak her şeyden daha  sevimli gelir. (42/10) Kimsenin hevasına tabii olmaz; kimseye  şirin gözükmek  için değerlerini çiğnemez; dünyaya karşılık  Ahiretini satmaz. Herkes değişse bile o değişmez, değişmeyene tabi olur.

 

Dini  Allah’a has kılar: Kendisi din  koymaya kalkışmaz. Bilir ki  değişen şahıs ve zamandır. İlkeler hep aynı kalır. Kazandıkları sebebiyle felakete düşmemek için öğüdünü Kur’an’dan alır. (6/70) Sonunun hüsranla bitmemesi için iman edilmesi gerektiği gibi iman eder.  Salih amellerin sahibi  olur. İnsanlara Hakkı ve sabrı tavsiye  etmeyi kendisine iş edinir.  (103/1-3)

 

İnsanları daima hayra çağırır, iyiliği emredip, kötülüğü yasaklamayı şiar edinir.(3/104)

 

Allah’tan sabırla ve namazla yardım ister. Allah’ın dinini yüceltme yolunda karşılaşacağı  her türlü meşakkate  katlanarak, her türlü zorluğu namazla ve sabırla göğüslemek ona asla zor gelmez.  (2/45,153)

 

Bilir ki hayat ve ölüm, kimin daha güzel amel edeceğinin ortaya çıkması için bir imtihandır. (67/2)  Bu nedenle Allah için yaşamak ve Allah için ölmek her şeyden  daha sevimlidir. Bir felaketle karşılaştığında ise: "Biz Allah içiniz ve dönüşümüzde O’nadır" der.  (2/156)

 

nbsp;Allah’ı ve onun dostlarını dost; düşmanlarını da kendisine düşman bilir. (3/28) Kafirleri dost edinmenin Allah nezdinde kendini bitirmek olduğunu bilir.

 

Mülkün gerçek sahibinin Allah olduğuna inanır. O mülkü dilediğine verir, dilediğinden de geri alır. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltır. Her türlü iyiliğin Allah’ın elinde olduğuna ve O’nun her şeye kadir olduğuna inanır. (3/26) Öyle ki ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkartanın Allah olduğunu ve dilediğini de hesapsız rızıklandırmaya kadir olduğunu  bilir (3/27)  ve Allah’tan başkasına  da asla minnet  etmez.

 

Zerre  kadar iyilik ve kötülüğün  karşılığının verileceğini bilir(99/7-8). Bu nedenle küçük büyük demeden işlerin sonunda Allah’a gideceğine inandığı için, O’na  sığınır, Ondan  bağışlanma diler, Ona tevekkül eder, çünkü O yüce arşın, yer-gök ve  içindekilerin, dünya ve Ahiret’in, din gününün sahibidir. O ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır. Akletmiş olmak için ila ahır bu minval üzere inanıp yaşamanın gerektiğine  inanıyoruz

 

 
 

Simli Resim
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol