Tıkla Sende Sitene Ekle


   
  HALİS DİN ALLAH'INDIR
  İstiane
 
Bismillahirrahmanirrahim

"Ancak Sana ibâdet/kulluk eder, ve ancak Senden medet umarız, yardım isteriz." (1/Fâtiha, 5) 

                          İstiâne ve Duâ; 
   "İstiâne": "Avn" kelimesinden türemiş olup, yardım dilemek anlamına gelir. İstenerek veya istenmeden yardım etmeye "iâne" denir. Fâtiha sûresinde geçen "nesteıyn" kelimesi, "yardım isteriz" anlamındadır. "Ve iyyâke nesteıyn": 'Ancak Sen'den yardım isteriz' demektir. Allah'tan yardım istemeye duâ denir.

    Dua kelimesi, "çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek" manasındaki da'vet ve da'vâ kelimeleri gibi masdar olup, "küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya iletilen talep" anlamında isim olarak da kullanılır. İslâm literatüründe ise, kulun Allah'ın yüceliği karşısında aczini itiraf etmesini, sevgi ve ta'zim duyguları içinde lütuf ve yardım dilemesini ifade eder. 

   Duanın ana hedefi, insanın halini Allah'a arzetmesi ve O'na niyazda bulunması olduğuna göre, dua kul ile Allah arasında bir diyalog anlamını taşır. Bir başka söyleyişle dua; sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu bir köprüdür. Duâ, insanın kendi kendine yetmediğinin ifadesidir. İstisnasız, mü'min olan ve olmayan her insan dua eder. Çünkü dua ruhun ihtiyacıdır. Her insan, ruh ve beden ikilisinden oluştuğu için her ruh sahibi varlık için dua gereklidir. Ama, dua edilmeye tek yetkili ve hak sahibi varlık Allah olmasına rağmen, insanlar farklı mercîlere dua edebilirler. Fakat herkesin tartışmasız bir şekilde kabul etmesi gereken bir gerçek vardır, o da; dua edilen varlığın hiçbir konuda acziyet göstermemesi için sonsuz bir güce sahip olması gerekir. Değilse bu vasıflara sahip olmayan bir varlığa dua etmenin bir anlamı olmaz. "Sana fayda da zarar da veremeyecek Allah'tan başkasına dua etme/yalvarma. Öyle yaparsan şüphesiz zâlimlerden olursun." (10/Yûnus, 106) "Ey insanlar! Bir misal verilmektedir, şimdi onu dinleyin. Sizin Allah'ı bırakıp da yalvardıklarınız bir araya gelseler bir sinek bile yaratamayacaklardır. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu kurtaramazlar. İsteyen de, istenen de âciz!" (22/Hac, 73) 

   Cenab-ı Allah, mü'min kullarına namaz kılmayı emrederek en az günde 40 defa Fâtiha sûresini okutmak suretiyle "Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz." (1/Fâtiha, 5) âyetini tekrar ettiriyor. Hiç şüphesiz herhangi bir şeyi sırf nakarat olsun diye Rabbımız bizlere tekrar ettirmez. Ama bunu tekrar ettiriyorsa, mutlaka çok önemli olduğundan dolayıdır. Bu âyetin önemi nereden kaynaklanıyor? Hemen belirtelim ki, bu âyetin önemi, kulluğun sadece Allah'a yapılmasını ve yardımın sadece Allah'tan talep edilmesini istemesinden ve emretmesinden kaynaklanmaktadır. Kur'an-ı Kerim'de yardımın sadece Allah'tan olabileceğine dair birçok âyet vardır. 

   "Yardım ancak güçlü ve hakîm olan Allah katındandır." (3/Âl-i İmrân, 126) 

   "Allah'tan başka dost ve yardımcınız yoktur." (9/Tevbe, 116) 

   "Allah size dost olarak da yeter, yardımcı olarak da yeter." (4/Nisâ, 45) 

   "Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa onu yine O'ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse O'nun keremini geri çevirecek (hiçbir güç) yoktur. O hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Çünkü O bağışlayan ve pek merhamet edendir." (10/Yûnus, 107)
   (Bu konuda ayrıca bkz. 8/Enfâl, 10; 42/Şûrâ, 31, 29/Ankebût, 22; 2/Bakara, 107).

   Yardımın sadece Allah'tan olabileceğine ve sadece O'na dua edip yardım isteneceğine dair apaçık nasslar olduğu halde, günümüzde birtakım kimselerin darda kaldıkları bazı anlarda "meded ya filân baba, meded ya şeyh" gibi tabirlerle Allah'tan başkasından yardım istediklerini müşâhede etmekteyiz. Hatta bazen de "himmet et ya filân" demek suretiyle Allah'tan başkasına yönelmektedirler. (Himmet: Azim, gayret, enerji, istek, arzu, meyil, kalbin bütün kuvveti ile herhangi bir varlığa yönelmek, meyletmek demektir) Bu şekilde yöneldikleri varlıklar ister hayatta olsun, isterse vefat etmiş olsun fark etmez. Böyle davranışlar tevhide aykırıdır, şirktir.
 
   Kur'an-ı Kerim'de müşriklerin bile darda kaldıkları anlarda dini sadece Allah'a has kılarak, bütün şirk koştukları şeyleri unutarak sadece o an Allah'a yalvardıkları zikrediliyor: "Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız Allah'a has kılarak O'na yalvarırlar. Ama Allah onları karaya çıkararak kurtarınca, kendilerine verdiği nimete nankörlük ederek O'na hemen şirk koşarlar. Zevklensinler bakalım, yakında bileceklerdir."  (29/Ankebût, 65-66) ,

   "İnsanlar bir darlığa uğrayınca Rablerine yönelerek O'na yalvarırlar. Sonra Allah, katından onlara bir rahmet tattırınca içlerinden birtakımı kendilerine verdiklerimize nankörlük ederek Rablerine şirk koşarlar. Zevklenin bakalım, yakında göreceksiniz." (30/Rûm, 33-34)
 
   Bu âyetlerde de belirtildiği gibi, insanın darda kaldığında o an her şeyi unutarak sadece Allah'a yalvarması fıtratın kanunu olup, yardımın sadece Allah'tan olduğu ve Allah'tan isteneceğini gösteren mûcizevî fıtrî delillerden biridir. Âyetlerde Allah, insanları kurtardıktan sonra onların şirk koşmaya başladıklarını ifade ediyor. Tabii bu nankörlük (küfür)dür. Çünkü gerçekte insanları kurtaran Allah olduğu halde onlar kurtulduktan sonra bunu Allah'tan başkasına bağlıyorlar. Mesela, "o anda filan olmasaydı ben şimdi hayatta değildim" veya "o an şeyhim himmet etmeseydi perişan olmuştum." diyerek Allah'ı unutuyorlar. 

   "Hak dua, ancak Allah'a yapılır. O'ndan başka dua ettikleri şeyler, onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar. (Onların karşılaması) ancak (kuyu başında durup su) ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki (suyu avuçlayıp ağzına koymadıktan sonra) su onun ağzına girecek değildir. Kâfirlerin duası böylece boşa gitmiştir." (13/Ra'd, 14)

    Allah'ı bırakıp da kendilerine yalvardıkları kimseler hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onların kendileri yaratılmışlardır." (16/Nahl, 20) 

   "Allah'ın dışında yalvardığınız kimseler sizin gibi kullardır. Eğer doğru sözlü iseniz, onları çağırın da size cevap versinler bakalım." (7/A'râf, 194)
 
   "De ki: Allah'ı bırakıp da (ilâh olduğunu) ileri sürdüklerinize yalvarın. Ne var ki onlar, sizin sıkıntınızı ne uzaklaştırabilir, ne de değiştirebilirler. Onların yalvardıkları bu varlıklar, Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar. O'nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı sakınmaya değer." (17/İsrâ, 56-57)
 
   Yine Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'inde Felak ve Nâs sûrelerini indirerek bizlerin, yaratıkların birtakım şerlerinden nasıl ve kime sığınacağımızı açık bir şekilde beyan etmiştir. (Bkz. 113/Felak ve 114/Nâs sûreleri). 

Dua hakkında yorumlar

   Duanın aslında; ruhun maddî olmayan dünyaya doğru bir çekilişi, bir gerilimi olduğu gözlenmektedir. Bir başka deyimle denebilir ki dua; ruhun Allah'a doğru yükselişi ve O'na açıkça ibâdet durumudur. Dua, hayat denilen mûcizeyi yaratan varlığa karşı aşk ve ilticâ ifadesi, O'nunla ilişkiye geçme gayretidir. 
   Kâinatın dehşet verici sessizliği içinde insanoğlunun kendisine bir cevap bulabilmek için hissettiği derin hasret ve şiddetli arzunun ifadesidir. 

                   Duâ İbâdettir
 
   Duânın özü, kişinin kendisini Allah'ın karşısında acziyet içerisinde hissedip O'na yönelmesi ve taleplerini O'na arzetmesidir. Zaten ibâdet, bir varlığa boyun eğmek, O'nun karşısında küçülmek, O'na itaat etmek manalarını içerir. Kısacası dua ile ibâdet mana olarak aynı şeyleri ifade etmektedir. 

   Biz her ne kadar dua ile ibâdeti birbirinden ayrı iki olaymış gibi görüyorsak da aslında bu ikisi özde aynı şeydir. İbâdet olarak bildiğimiz namaz, oruç, zekât, hac gibi Allah'ın emirleri aslında duanın harekete dönüşmüş şeklidir. Bilindiği gibi Kur'an'da da geçen şekliyle Arapçada, namazın adı salât'tır. Fakat bu salât kelimesinin aynı zamanda dua manasına gelmesi çok manidardır ve bir tesadüf değildir. Salât kelimesinin hem namaz, hem dua manasına gelmesini şöyle izah etmek mümkündür:
 
   Ritüel namaz, tüm ibâdetleri dil ile ikrar, kalb ile tasdik için bünyesinde toplayan ve insanla Allah arasındaki ilişkiyi en net ve sık bir şekilde  sağlayan ibâdettir. Zaten dua da Allah ile kul arasındaki bir diyalog idi. Yani her ikisi de kulu Allah'a bağlaması yönüyle aynı kapıya çıkıyor. 

 Allah rasûlüne atfen: "Dua ibadetin ta kendisidir." (Tirmizî, hadis no: 3247; Ebû Dâvud, Kitabu'd-Dua, hadis no: 1479) Çünkü dua ile kişi ihtiyacını teminde aczini idrak etmiş, bunu ancak her şeye kadir olan Rabbinin temin edeceğinin şuuruna ermiş ve bu sebeple O'na sığınmış olmaktadır. Esasen ibâdet de bundan başka bir şey değildir.  Bu aynı zamanda insanın yaratılış amacı olmaktadır: "Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." (51/Zâriyât, 56). 

   Kur'an'a baktığımızda dua olgusunun merkezî bir konum arzettiğini görürüz. Ayetleri hayatlarında uygulayan Resullerinde... Yüzlerce âyet, insanın Rabbıyla bağlantı kurması ve iletişime geçmesi diyebileceğimiz dua örneklerinden oluşmaktadır. 

   Müslümanlar olarak Allah ile her an can u gönülden bir ilişki ve sürekli irtibat halinde olmaya en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde acaba Allah ne kadar gündemimizde yer alıyor? 

   Hesaplarımızda O'nun yeri neresi, O'nu hesaba katıyor muyuz? Yoksa mevcut durumu kanıksayıp "zaten biz buna müstahakız, kâfirler çok güçlü, Allah da bize yardım etmiyor, o halde iş olacağına varır" deyip her şeye boş mu veriyoruz? Hatta daha da ileri gidip "Allah herhalde böyle olmasını istiyor" diyenler gibi tembelliğimizin, miskinliğimizin, atâletimizin faturasını da -hâşâ- Allah'a mı çıkarıyoruz?

   Bu sorulara vereceğimiz cevaplar ve yapacağımız nefis muhâsebesi, belki de sorunlarımıza yeni ve çözümleyici bakış açıları getirecek, ne olduğumuzu, neyi nereye kadar yapabileceğimizi, kimden neleri isteyebileceğimizi yeniden bizlere hatırlatacak ve bizleri yeniden harekete geçirecektir. Bizler kul olarak üzerimize düşeni yapmalı, gereken gayreti göstermeli, sebepler âleminde yapılacakları yaptıktan sonra ihlasla O'na yalvarmalı, halimizi O'na arz etmeliyiz. Çünkü O şöyle buyuruyor: " Bizim uğrumuzda gayret gösterenleri Biz yollarımıza iletiriz." (29/Ankebût, 69) 

   Belki dayatılan eğitim anlayışı ve hayat tarzının etkisiyle, belki de içinde yaşadığımız şartların baskıcı karakteri sebebiyle müslümanlar olarak bazılarımız da çoğu kez rasyonalist bir anlayışla meselelere yaklaşabiliyor. Sorunları tanımlarken ve çözmeye çalışırken gözetilmesi gereken hususları göz ardı edebiliyoruz. Çoğunlukla, yaptığımız amellerin/eylemlerin neticesini hemen almak ve somut bir şekilde görmek istiyoruz. Çoğu kez, sadece maddî boyutu yerine getirerek -ki bunu da yeterli yaptığımız şüphe götürür- sonuca gitmeye çalışıyoruz. Oysa bütün yapılanlardan sonra Allah'a yalvarmak ve yapılan ameli kabul edip tesirini halk etmesi için O'na niyazda bulunmak da gerekmektedir. Allah'tan “sabır ve salâtla yardım talep etmemizi” bizzat Allah öğütlüyor (2/Bakara, 153). Yani, hem sabır ve direnme olacak, hem de dua ile yardım talep edilecek. 

   "Duâlarımız kabul edilmiyor herhalde" diyerek karamsarlığa saplanmak da yanlıştır. Ve bu durumdan sonra Allah hakkında kötü zanda bulunmaya ladar gidebilir . İçinde bulunduğumuz şartların zorluğu ve zalimlerin zulmü, bizi kesinlikle yıldırmamalı ve hiçbir zaman bizi duadan alıkoymamalıdır. Dünya hayatının bir imtihan alanı olduğunu unutmadan  dini yalnız Allaha has kılarak  yüzümüzü onun rızasına  dönmeliyiz. Allah, kendi ifadesiyle dua edenin dileğine karşılık vereceğini söylüyor. 
     Duâ; keyfiyetine, şiddetine ve güçlü söylenişine bağlı olarak ruh ve cismimizi etkiler. Duâ eden çehrelerde önceleri var olan vurdumduymazlık, eksiklik, kıskançlık ve kötülük duyguları; yerlerini iyiliğe, başkalarına yardım etmeye, hayırlarını istemeye terk eder. Dua ortamında insan, kendini olduğu gibi görür. Hırsını, hatalarını, yanlış düşüncelerini, kibir ve gururunu belirleyerek ahlâkî görevlerini yerine getirmeye hazır bir duruma ulaşır.
    Gerek ihtiyaçlar ve hatalar sebebiyle Allah'a başvurmak, gerekse nimetleri sebebiyle O'nu hatırlamak ve anmak kişide psikolojik bakımdan bir rahatlık, huzur ve mutluluk doğurduğu gibi, ahlâkî arınmaya ve yücelmeye de yol açmakta, gelişim safhalarındaki takılma ve sapmaların önlenmesinde ve şahsiyetin tamamlanmasında yapıcı bir fonksiyon icra etmektedir. Duanın en güzel faydalarından biri de Allah inancının kalplerde kökleşmesini sağlamasıdır. 
    Duâ bir yükseliştir. Her dua ruhtan bir filizin yeşermesi, boy sürmesidir. Dua, fâni maddeden mana sonsuzluğuna doğru bir sıçrayıştır. Dua, hesaplaşma ile birlikte ruhun nur denizlerinde yıkanmasıdır; temizlenmesi ve güçlenmesidir. Dua, bir yeniden doğuştur. Dua, sessiz inilti, gürültüsüz feryattır. Dua, en manalı sessizliktir. 
    İnsanın ilâh edindiği varlıkta aradığı vasıflardan biri de, onunla bir münâcaat gerçekleştirebilmektir. İnsanın, en mahrem bir şekilde kendisini açacağı varlık, Allah'tır. Hiç kimseye söyleyemediğini O'na söyler. Ancak gaye, sadece "açılmak"tan ibaret tek taraflı bir konuşma sürdürmek değil; karşıdakinden cevaplar, mutmainlikler, feyizler de alabilmektir. Böylece sıbğa (fıtrat, boya)sının özlemini gideren, ebedîlik karışık bir sohbete, fâni dünyada nâil olmaktır. Allah, O’dur ki, insanın diliyle yaptığı duaları işitir. Diliyle yapmasa bile, haliyle ifade ettiğini bilir. Hatta kalbinin en derin köşelerinde yatan arzularına da muttalî olur ve bütün bunların gereğini yerine getirebilir.
 
   Allah, kulunun dua etmesini ister; bunu yapmazsa kendisine değer vermeyeceğini bildirir (25/Furkan, 77). Kendisini unutmuş, yabancı ellere düşmüş olanların hidâyete ermeleri için, "yalvarsınlar diye" musibetler gönderir (7/A'râf, 64). "Beni çağırın, Bana dua ederek benden isteyin, duanıza icabet edeyim." der (40/Mü'min, 60). "İçten yalvararak, gizli gizli Rabbinize niyaz edin, O duada aşırı gidenleri sevmez." (7/A'râf, 55). Hikmeti gerektirirse, kulunun faydasına göre istenileni verir (2/Bakara, 216; 6/En'âm, 41; 17/İsrâ, 11). 

   Kur'an, makbul kulların dua etmeleri üzerine Allah'ın, onların dileklerini gerçekleştirmiş olmasının örnekleriyle doludur. Hz. İbrahim'in Mekke hakkındaki duası (14/İbrâhim, 35-41); yaşı geçkin olduğu halde ona oğul vermesi (37/Saffât, 100-101); Hz. Zekeriya'nın böyle bir dileğini yerine getirmesi (19/Meryem, 2-6); Hz. Mûsâ'nın Firavun aleyhindeki duası (10/Yûnus, 88); Hz. Eyyub'un duası (38/Sâd, 41); Hz. Muhammed'in (s.a.s.) ve mü'minlerin duaları (17/İsrâ, 80; 8/Enfâl, 8, 9) vb. Allah'ın çaresiz kalana icabet ettiğini insanlar, hatta müşrikler bildikleri için, mecbur kalınca O'na yalvarırlar.
 
   Kur'an, insanlardaki bu özelliği, çarpıcı tablolarla sergilemektedir. Dehşetlerin kendisini kuşattığı anda kalbine ve aklına bulaşmış olan pisliklerden insan sıyrılır ve Allah'ın kendisi üzerine yarattığı fıtratı, asâletiyle ortaya çıkar. Öyle anlarda insan; sığınağının, koruyucusunun yalnız Allah olduğunu, muhâkemesiz olarak şimşek hızıyla çakan bir sezgiyle farkeder, âdeta bir refleksle O'na yalvarır. Etkisine mâruz kaldığı şokun âni tesiriyle bir bellek kaybına uğramışçasına, koştuğu bütün ortakları unutmuştur. Fakat unutkan ve nankör insan, felâketi atlatınca "daha önce sızlanan, yakaran kendisi değilmiş gibi" (10/Yûnus, 12) döner, bu kere de Allah'ı unutur. 

   Sıkıntıların parlattığı fıtrat, hevâ ve hevesin zulüm ve taşkınlıklarıyla yeniden kirlenir. Ancak, Allah'a verdikleri ahde sâdık kalan mü'minler değişmezler. Kur'an'ın birçok âyeti, anlattığımız özellikleri tasvir eder (6/En'âm, 40-41, 63, 64; 10/Yûnus, 12, 21, 22, 23; 17/İsrâ, 67; 29/Ankebût, 65; 31/Lokman, 32).
 
   "Bir fırtına çıkıp onları her taraftan dalgaların sardığı, çepeçevre kuşatıldıklarını sandıkları anda ise, Allah'ın dinine sarılarak, 'Bizi bu tehlikeden kurtarırsan, and olsun ki, şükredenlerden oluruz.' diye gönülden O'na yalvarırlar. Allah onları kurtarınca hemen yeryüzünde haksız yere taşkınlıklara başlarlar. Ey insanlar! Dünya hayatı boyunca yaptığınız taşkınlık, sadece kendi aleyhinizedir. Sonra dönüşünüz Bizedir. Yaptıklarınızı size gösteririz." (10/Yûnus, 22-23)
 
   Bâtıl ve uydurma tanrılar, tapanların kendilerinden beklediği en önemli özelliklerden olan icâbetten (duâyı kabul ederek, dileği yerine getirmekten) de mahrumdurlar. "Kendisine kıyâmet gününe kadar icâbet etmeyecek, Allah'tan başka şeylere yalvarandan daha sapık kim olabilir? Çünkü yalvardıkları şeyler, yalvarışlarından habersizdirler." (46/Ahkaf, 5) (2) Niçin Duâ Ederiz? İnsan kendini müstağnî görmeye, yani kendini kendine yeterli görmeye başladığı zaman, Allah'tan uzaklaşmaya başlamış demektir. Çünkü dua insanın kendi kendine yetmediğinin göstergesidir. "Gerçek şu ki, insan kendini müstağnî (kendine yeterli) görünce azar, tâğutlaşır." (96/Alak, 6-7) İnsanın kendi kendine yeterli olmadığı, her an başka bir şeye muhtaç olduğu apaçık bir gerçektir. Müstağnîlik duygusu, sadece psikolojik ve nefsî bir duygudur. Yoksa, gerçekte insan müstağnî bir varlık değildir. Mesela; insan biraz para ve varlık sahibi olduğu zaman, bir an paranın sarhoşu olarak tıpkı Karun gibi "Bunu ben bilgimle kazandım" (28/Kasas, 78) veya daha avamî bir ifade ile "ben bu malı kafamı çalıştırarak kazandım" der. Bunun Allah'ın bir lütfu olduğunu unutur. İşte bu Karun mantığıdır. Fakat aynı insana bir müddet sonra bakarsınız iflâs etmiş, her şeyini kaybetmiş ve dün kapısında çalıştırdığı insanlara muhtaç hale gelmiş olabilir. İşte bu duruma gelmiş insana şunu söylemek lâzım: "Bu malı madem kafanı çalıştırarak sen kazanmıştın, o günlerde kendini bir şey zannediyordun, Allah'ın rezzak olduğunu unutmuştun. Haydi tekrar kafanı çalıştır da o kaybettiğin malı tekrar getir, şimdi kafan çalışmıyor mu? Görüldüğü gibi, insanın müstağnîliği, sadece şımarıklıktan kaynaklanıyor. O sürekli yaratıcısına muhtaç olan, O'nsuz yapamayan ve O'nsuz bir değeri olmayan bir varlıktır. Allah'ı kendi varlığının dışına taşırmaya çalışan insan, Allah'ın karşısında bir "hiç"tir; bir "şey" değildir. "De ki: Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?" (25/Furkan, 77) Gerçek böyle olduğu halde, yani insan istese de istemese de zorunlu olarak Allah'a muhtaç olmakla beraber amaç; bu "muhtaç"lığı bilinçli olarak fark edip yaşamak, şuur haline dönüştürmektir. İnsan kendini Allah karşısında ne kadar muhtaç hissederse Allah'a o kadar yakın olur. Alexis Carrel: "Duayı açıklamak zorundayım. Dua yoksulluk ve aşktır" derken herhalde bunu kasdetmiş olmalı. Demek ki insan, duasız bir hayatın Allah katında değeri olamayacağından hareketle kendine değer katmak, varlığını anlamlı kılmak ve Allah katında bir "hiç" yerine, bir "şey" olmak için dua etmeli. Yoksa bizim duamızla Allah'ın değeri artmaz; sadece bizim değerimiz artar. Çünkü O'nun değerli oluşu kendi zatındandır. Değerli olması bir başka şeye bağlı değildir. İnsan, duasıyla değerlidir. İnsan Allah ile tanışık olmanın, dost olmanın ve O'na kul olmanın şerefi için dua etmeli, dua ile iç içe olmalıdır. Yoksa insan, Allah ile arasındaki ilişkiyi tamamen koparıp atsa geriye kıymetli hiçbir şey kalmayacaktır. İnsan, Allah ile beraber ancak bir değer ifade eder ve insan Allah'a yakın olduğu derecede insandır. İşte bu nedenle de; duayı asıl geldiğimiz yer ile bizim aramızda doğal bir bağlantı aracı olarak algılamak ve onu, varlığımızın oluşumunda etkin olan herhangi bir faâliyetimiz gibi kabul etmek zorundayız. Bir başka deyişle, duayı ruh ve cismimizin doğal bir pratiği, bir faâliyeti gözüyle bakmalıyız. Sosyal hayatımızda emir, tavsiye ve ricalarını pek yerine getirmediğimiz, bu konuda önem vermediğimiz bir kimseye günün birinde işimiz düşse, kendisine gidip işimizi halletmesini rica etsek, o bize şöyle demez mi? "Hangi yüzle geldin? Sen benim dediklerimi yerine getirdin mi ki, ben de seninkileri yerine getireyim?" "Ey İman edenler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz, Allah da size yardım eder. Ayaklarınızı sâbit tutar." (47/Muhammed, 7) Allah'a yardım etmek, O'nun dini konusunda isteklerini yerine getirmektir. Biz Allah'ın dinini yaşar ve hayatımızı O'na göre tanzim edersek, İslâm yolunda çalışırsak Allah da bizi gözetir. Allah'ın helâllerini helâl, haramlarını da haram kabul etmez ve yaşamımızı rast gele sürdürürsek, dualarımızı hangi yüzle yapacağız? Bu, hiç samimiyetle bağdaşır mı? Dünya hayatında, günü geldiği halde borcumuzu ödemediğimiz bir şahsın kapısının önünden geçmeyiz. Hatta onun evine, dükkânına yakın yerlerde dahi dolaşmayız, kaçınırız, belki karşımıza çıkar diye. Kulluk borcumuzu ödemediğimiz ve isteklerini yerine getirmediğimiz bir zâtın mülkünde dolaşırken de benzer duygular içinde mahcûbiyet duymalı ve dua edip bazı isteklerde bulunmak için O’nunla aramızı devamlı sıcak tutmalıyız. Bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "... İnsan Allah yolunda uzun seferlere katlanır. Saçları birbirine karışmış, yüzü gözü toza bulanmış 'Ya Rab! Ya Rab!' diyerek ellerini gökyüzüne açar. Halbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram. Haram ile beslenmiş. Böylesinin duası nereden kabul edilecek?" (Sahih-i Müslim) Yine çoğu zaman yaptığımız gibi, sadece sıkışık anlarımızda ve çaresiz kaldığımızda el açıp 'Ya Rabbi!...' diyoruz. Diğer zamanlarda Allah'a ihtiyacımız yok zannediyoruz. Halbuki insanın Allah'a muhtaç olmadığı bir saniyesi bile yoktur. Nedense insan sanki sadece darda kaldığı anlarda Allah'a muhtaç olduğunu zannederek dua eder. Oysa o her an muhtaç olduğunun şuurunda olmalıdır. İşte bu noktada şuuru yakalamış olmak, hayatın rahat zamanlarında da dua etmeyi gerekli kılar. Zaten duanın aynı zamanda bir ibadet ve kulluk olduğunu söylemiştik. Kulluk ise süreklidir. O halde dua sadece dar zamanların eylemi değildir. "Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et." (15/Hicr, 99) Rahat olduğumuz zamanlarda yapacağımız dualar darda kaldığımız zaman yapacağımız duaların kabul edilmesini kolaylaştırır. "Kim zor ve sıkıntılı zamanlarında dualarının kabul edilmesini istiyorsa, rahat zamanlarında çok dua yapsın." (Tirmizî, Deavât, hadis no: 3382) "Genişlik zamanında dua etmek kadar Allah'a hoş gelen bir şey yoktur." (Tirmizî) Sosyal hayatımızda normal zamanlarda hiç arayıp sormadığımız bir dostumuza işimiz düşse ve yanına gidip halini hatırını sorduktan sonra niçin geldiğimizi söylesek, o bize, "işin düştü de geldin, şayet işin olmasaydı gelip sormayacaktın" demez mi? Biz sıkışmadıkça Allah'a el açıp dua etmesek veya Allah'ı hatırlamasak Allah bize aynı şeyleri söylemez mi? Kulum, işin düştüğü için beni hatırlıyorsun değil mi? Yoksa hiç hatırlamayacaktın." "İnsana bir darlık gelince yan yatarken, oturur veya ayakta iken bize yalvarır. Biz darlığını giderince, başına gelen darlıktan ötürü Bize hiç yalvarmamış gibi geçip gider. İşte böyle haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler süslü gösterildi." (10/Yûnus, 12) "İnsana bir nimet verdiğimiz zaman yüz çevirir ve kendine yönelir. Fakat ona bir şer dokunduğu zaman da yalvarıp durur." (41/Fussılet, 51) "İnsanın başına bir sıkıntı gelince Bize yalvarır. Sonra katımızdan ona bir nimet verdiğimiz zaman 'bu bana bilgimden dolayı verilmiştir' der. Hayır, o bir imtihandır. Fakat çokları bilmez." (39/Zümer, 49) Evet, biz bu şekildeki çelişkilerimizin ve nankörlüklerimizin farkına varır ve hayatımızdan gidermeye çalışırsak Allah ile ilişkilerimiz daha sağlıklı olur. Dua etmeye yüzümüz olur ve Rabbimiz karşısında iki yüzlü olmaktan kurtulmuş oluruz. Gerçi Rabbimiz sırf merhamet ve şefkatinden dolayı bizi böyle de kabul ediyor. Böyle yaparsanız dua etmeyin demiyor. Ama böyle davranmak Rabbimize yakıştığı halde -çünkü O en büyüktür ve affetmek büyüğün şânındandır- iki yüzlü ve nankör davranmak bize hiç yakışmıyor. "Kullarım sana, beni sorduğu vakit, de ki: Ben yakınım. Bana dua edenin duasını, bana dua ettiği anda işitir, ona karşılık veririm. O halde kullarım da Benim dâvetime uysunlar ve Bana inansınlar. Umulur ki doğru yolu bulurlar." (2/Bakara, 186) "Rabbınız buyurdu ki. 'Bana dua edin, sizin için (duanızı) kabul edeyim. Şüphesiz Bana ibâdet (dua) etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir." (40/Mü'min, 60) "Duâ dilinin Arapça olması gerekir" diye bir şart yoktur. Ana dili Arapça olmayan müslümanlar mutlaka Arapça ifadelerle dua yapmak zorunda değillerdir. Çünkü insan Allah'a dua ederken halini ve ihtiyaçlarını arz ediyor demektir. Bu münasebetle insan ne dediğini, neye dua ettiğini, ne istediğini bilmeli. Eğer ana dili Arapça olmadığı halde Arapça biliyorsa mesele yok; duasını varsın Arapça yapsın. Ama Arapça anlamıyorsa, bir yerlerden ezberlediği ve manasını da bilmediği Arapça cümleleri tekrar etmesi anlamsız ve bilinçten uzak bir hareket olacaktır. Dualarımızı yaparken anladığımız dili kullanmamız daha uygun olur. Eğer toplulukla beraber dua ediyorsak insanların anladığı dili kullanarak dualarımıza şuur katmaya çalışmış oluruz. Dua dili, mutlaka Arapça olmalıdır gibi bir anlayış yanlıştır. Duada söylediği kelimelerin anlamını bilmeden insan, gönülden duaya katılamaz. Duâ ederken ayrıntılardan kaçınıp özlü ifadeler kullanmak gerekir. Günlük hayatımızda istek ve ricalarımızı bir üst yetkili makama arz ederken dilekçe yazarız. Yazılan bu dilekçelerin kısa ve özlü ifadelerle yazılmış olması esastır. En azından işin âdâbı budur. Allah'a yaptığımız dualar da, isteklerimizi Allah'a ileten bir dilekçe gibidir. Duaların özlü olmasına dikkat etmek gerekir. Yani az kelimelerle çok mana ifade edecek tarzda dua etmeliyiz. Hâşâ Cenab-ı Allah anlamaz gibi ayrıntılara girmek, izaha kalkışmak yakışmaz. 
Allah şöyle buyuruyor:: "Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, hiç kimse onu gideremez. Ve eğer sana bir hayır ihsan ederse, zaten O her şeye kadirdir." (6/En'âm, 17). Halkın muska çeşitlerine isim verdiği "camia", "hirz", "hicap" ve bunlara benzer şeyler; mavi boncuk kabilinden olup şirke götüren büyük suçlardandır. Güç yetiren her müslümana, bunları kaldırıp atmak vâciptir. Muska, sadece Allah'ın âyetleri veya yüce isim ve sıfatları ile yazılmışsa, yasaklanan muskalar arasına girer mi, yoksa onlardan istisna edilip takılması câiz mi? Bu konuda selef ihtilâf etmiş, kimi ruhsat vermiş, kimi de men etmiştir. Bizim tercih ettiğimiz görüş ise, ileri süreceğimiz delillerden dolayı, Kur'an âyetleri yazılmış olsa da, bütün muskaların câiz olmadığıdır. Hiçbir muska câiz değildir. Çünkü; 1- Muskaların her çeşidi yasaklanmıştır. Bu konudaki hadisler, âyetle yazılan muskaları istisna etmemiştir. 2- Sebeplerin önünü kapatmak ilkesi (seddü'z-zerîa): İçinde Kur'an yazılan muskaların takılması câiz görülürse, diğer muskaların takılmasına kapı açılır. Şer kapısı açıldı mı, bir daha kapanması zor olur. 3- İnsanları Kur'an'a önem vermemeye sevk eder. Çünkü böylece insanlar, yazılan âyetleri pis yerlerde, tuvalette, cünüp, hayız ve benzeri durumlarda üzerlerinde bulundururlar. 4- Muskacılıkta Kur'an'la istihzâ etme ve onun amacına ters faâliyet gösterme durumu da vardır. Çünkü Allah, insanları karanlıktan çıkarıp, nura kavuşturmak ve en doğru yola iletmek için Kur'an'ı indirdi. 
    Fâtiha, Kur'an'ın özeti olduğu gibi; Duanın yapılma usulunude bize öğretir. Rahman , rahim Allah cc , alemlerin rabbi olduğuna ve  hamdlerin yalnızca ona olacağının bilinci ile, Din günün sahibi, yalnız ona kulluk eden ve yalnız ondan yardım dileyen kul bilinci ile duaya geçildiğini öğreniyoruz. Fâtiha sûresindeki dua da, duaların en kapsamlısı ve güzel bir özetidir. Namazda ve namaz dışında bu duayı da bolca etmeliyiz: "(Ya Rabbi,) Bize hidâyet ver, bize doğru yolu göster: Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil." (1/Fâtiha, 6-7).
 
    "Rabbimiz, ikimizi sana teslim olanlardan kıl. Soyumuzdan da sana teslim olan müslümanlardan bir ümmet yetiştir. Bize ibâdet yollarımızı göster. Tevbemizi kabul buyur. Çünkü tevbeleri daima kabul eden, merhametli olan ancak Sensin." (2/Bakara, 128) 

   "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik, güzellik ver. Âhirette de iyilik, güzellik ver. Bizi cehennem azabından koru." (2/Bakara, 201)

    "Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı sağlam tut ve o kâfir millete karşı bize yardım et." (2/Bakara, 250)
 
   "Rabbimiz, unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme. Bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bizim mevlâmızsın. Kâfirler toplumuna karşı bize yardım et." (2/Bakara, 286) 

   "Rabbimiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet ver. Şüphesiz sen çok bağışlayansın. Rabbimiz, sen mutlaka insanları asla şüphe olmayan bir günde toplayacaksın. Allah sözünden dönmez." (3/Âl-i İmrân, 8-9)
 
   "Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından koru." (3/Âl-i İmrân, 16) 

   "Rabbimiz, indirdiğine inandık. Peygamber’e uyduk. Bizi şâhit olanlarla beraber yaz." (3/Âl-i İmrân, 53)
 
   "Rabbimiz, bizim günahlarımızı ve işimizde taşkınlığımızı bağışla. Ayaklarımızı sâbit tut. Kâfir toplumuna karşı bize yardım eyle." (3/Âl-i İmrân, 147) 

   "Rabbimiz, biz 'Rabbinize iman edin' diye imana çağıran bir dâvetçi işittik; hemen inandık. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı sâlihlerle/iyilerle beraber al. Rabbimiz, bize elçilerine va'd ettiğini ver. Kıyâmet günü bizi rezil, perişan etme. Zira Sen verdiğin sözden caymazsın. " (3/Âl-i İmrân, 193-194) 

   "Rabbimiz, Biz kendimize zulmettik/yazık ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyana uğrayanlardan oluruz." (7/A'râf, 23) 

   "Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır ve bizi müslümanlar olarak vefat ettir." (7/A'râf, 126)
 
   "Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla. Bizi rahmetin içine koy. Sen merhametlilerin en merhametlisisin." (7/A'râf, 151) 

   "Rabbimiz, bizi zâlimler yanında bir fitne unsuru kılma, onlarla bizi imtihan etme. Rahmetinle bizi şu kâfirler topluluğundan kurtar." (10/Yûnus, 85-86)
 
   "Rabbim, beni ve zürriyetimi namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz, duamı kabul buyur. Rabbimiz, hesabın görüleceği gün beni, anamı, babamı ve mü'minleri bağışla." (14/İbrahim, 40-41) 

   "Rabbimiz, katından bize rahmet ver ve işimizde doğruyu göster ve bizi başarılı kıl." (18/Kehf, 10)
 
   "Rabbim, benim göğsümü aç. İşimi kolaylaştır. Dilimden düğümü çöz ki sözümü anlasınlar." (20/Tâhâ, 25-28) 

   "Rabbimiz, bizden cehennem azabını uzaklaştır. Doğrusu onun azabı sürekli ve acıdır. Orası şüphesiz kötü bir yer ve kötü bir duraktır." (25/Furkan, 65-66) 

    "Rabbimiz, bize gözümüzün aydınlığı olacak eşler ve zürriyetler bahşeyle ve bizi takvâ sahiplerine imam, önder kıl." (25/Furkan, 74) 

    "Rabbim, bana hikmet ver ve beni salihler arasına kat." (26/Şuarâ, 83)
 
   "Rabbimiz, biz yöneticilerimize ve büyüklerimize itaat etmiştik. Fakat onlar bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz, onlara iki kat azab ver. Onları büyük bir lanete uğrat." (33/Ahzâb, 67-68)
 
   "Rabbimiz, bizi ve bizden önceki mü'min kardeşlerimizi bağışla. Kalbimizde mü'minlere karşı kin bırakma. Rabbimiz, şüphesiz sen şefkatlisin, merhametlisin." (59/Haşr, 10) 

    "Rabbimiz, sana güvendik, sana yöneldik. Dönüş sanadır. Rabbimiz, bizi, inkâr edenlerle deneme. Bizi bağışla. Doğrusu sen güçlü olan, hakîm olansın." (60/Mümtehıne, 4-5)
 
   "Rabbimiz, nurumuzu tamamla. Bizi bağışla. Doğrusu Senin her şeye gücün yeter." (66/Tahrîm 8 ) 

   "Rabbim, beni, anamı, babamı, mü'min olarak evime gireni, mü'min erkek ve kadınları bağışla. Zâlimlerin de sadece helâkini artır." (71/Nuh, 28) 

   "Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur. Şüphesiz Sen işitensin, bilensin." (2/Bakara, 127)
 
 

Simli Resim
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol