Tıkla Sende Sitene Ekle


   
  HALİS DİN ALLAH'INDIR
  Gayb
 

Bismillahirrahmanirrahim
“O müttakîler (takvâ sahipleri) ki, gayba iman ederler, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak ederler.” (2/Bakara, 3)

 

Gayb; Anlam ve Mâhiyeti

Gayb, gizli kalmak, gizlenmek, görünmemek, gözden kaybolmak anlamında "ğâbe" fiilinden masdar veya gizlenen, hazırda olmayan şey manasında isim veya sıfat olarak kullanılır. Ragıb El-İsfehani gaybı, "duyular çerçevesine girmeyen şey" tarzında açıklamıştır.

 

Gaybın esası, mevcut olmamak değil; herhangi bir sebeple fark edilir olmamak, özellikle görünür olmamaktır. Gayb, insanın gözü önünde sergilenmemiş bulunandır; olmayan değil. "Gayb" ve "gâib", başlangıçta duyularımızla anlamada veya ilk düşüncede hazır olmayan, diğer deyişle ilk nazarda anlaşılmayan demektir. Bunun bir kısmı delilden geçen bir anlayışla idrak olunabilir. Mesela evinizde otururken kapınız çalınır, ses duyarsınız, bu ses sizin için anlaşılmış, hazır ve şahittir. Bundan anlarsınız ki, kapıyı çalan vardır. O kimse henüz sizin için ortada yoktur. Bakıp görünceye kadar onu şahsıyla bilemezsiniz, fakat kapıyı bir çalan bulunduğunu da zorunlu bir şekilde, anlayışlı olarak tasdik edersiniz. Bu, bir inanç veya şuurlu bir bilme olur. Sonra henüz kapınızı çalmayan ve eseri size yetişmeyen daha nice gaibler bulunduğunu da genel olarak tasdik edebilirsiniz. Fakat bunların bir kısmı gerçekten yok olabilirler. "Gayb" ile "gaib" arasında fark vardır. "Gâib" (ortada olmayan) sana görülmez, seni de görmez olandır. "Gayb" ise, görülmez, fakat görür olandır. Demek ki, gaybın esası, mevcut olmamak değil; gözükmemektir.

 

 

Gaybın Çeşitleri

 

İki türlü gayb vardır: Bir kısmı, hiçbir delili bulunmayan gaiblerdir ki bunları ancak "Allâmu'l-ğuyûb" (gaybları bilen) Allah bilir. "Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları O'ndan başkası bilemez." (6/En'âm, 59) âyetindeki gaybdan maksat bunlardır. Diğer kısmı da delili bulunan gâiblerdir ki, "onlar gayba inanırlar." (2/Bakara, 3) âyetindeki gaybdan kastedilen de bu kısımdır. Âyette geçen "el-ğayb" kelimesinin elif lâmı ahd içindir. Yani, Allah'tan hakkıyla korkan müttakîlerin inandıkları, tanıdıkları gayb, delili bulunan hak gaybdır ki, bu da Allah ve sıfatı, ahiret ve halleri, melekler, peygamberlerin nübüvveti, kitapları indirme... gibi imana ait temel unsurlardır. Gayba imanın önemi büyüktür. Çünkü korunmak, takvâ ona bağlıdır. Peygamber'i görüp iman eden sahabilerin de en büyük meziyetleri, O'nu gayba ait verdiği haberlerde tasdik edişlerindedir. Nitekim, İbn Mes'ud; "Kendisinden başka ilah olmayan (Allah)a yemin ederim ki, hiçbir kimse, gayba imandan daha faziletli bir şeye inanmamıştır." buyurmuş ve bu âyeti (2/Bakara, 3) okumuştur. (1)

Gayb'ın mutlaka gelecekle ilgili olduğu sanılmıştır. Oysa, sözgelimi önümüzdeki bir engelin ötesi bizim için gaybdır; çünkü engelin ötesinde ne olduğunu göremiyoruz, duyularımız-la algılayamıyoruz. Ayrıca, geçmiş/tarih de gaybdır. Allah onun bilgilerini Kur'an'da belli oranlarda aktarmıştır. Nitekim bu bilgilendirmelerde "bu gayb haberlerindendir; sana vahyediyoruz" denmektedir (3/Âl-i İmran, 44; 11/Hûd, 49). Demek oluyor ki, Allah vahyle gayb haberlerini de bildirmektedir ve peygamber bir bakıma gaybın haberini getirendir.

 

 

Kur'an'da Gayb

 

Gayb kelimesi, Kur'an'da altmış yerde geçer. Kur'an'da gayb kelimesi, Allah'a nisbet edildiği yerlerde sadece Allah tarafından biliNebîlen mutlak gaybı, "âlimu'l-gayb, âlimu'l-gaybi ve'ş-şehâdeh, allâmu'l-ğuyûb, âlimu ğaybi's-semâvâti ve'l-arz" tarzındaki kullanımlarda insanların mevcut şartlar açısından bilemedikleri her şeyi ifâde eder. "Enbâu'l-ğayb" terkibinde ise, geçmişte yaşanan ve ibret alınmak üzere nakledilen tarihî olayları ifâde eder.

 

Kur'an'da zaman açısından; geçmiş, hal ve gelecek olmak üzere üç kategoriye ayrılabilen birçok gaybî habere yer verilmektedir. Bunlardan uzak maziye ait olan ve bizzat Kur'an tarafından "gayb haberi" olarak nitelendirilenlere Hz. Adem, Nuh, Yusuf ve Meryem'e dair bilgilerler, Ashab-ı Kehf, Zülkarneyn ve Hızır kıssaları örnek gösterilebilir (3/Âl-i İmran, 44; 11/Hûd, 49; 12/Yûsuf, 102; 18/Kehf, 13-26, 83-98). Mekke'nin fethi hazırlıklarının müşriklere bildirilmek istendiğini haber veren (60/Mümtehine, 1), Benî Mustalik kabilesinin zekatının toplanmasını konu edinen ve ayrıca ifk hadisesinin iç yüzünü açıklayan âyetler (49/Hucurât, 6; 24/Nur, 11-12) Kur'an'ın o dönemde bildirdiği hâlihazırla ilgili gaybî haberler arasındadır. Bizanslılar'ın Mecusi İranlılar karşısında yakın bir gelecekte galibiyet elde edeceğini bildiren (30/Rûm, 4-5), Mekke'nin fethini (48/Fetih, 11, 15, 16, 27) ve İslâm'ın parlak istikbalini müjdeleyen (24/Nur, 55) âyetler de Kur'an'ın geleceğe dair gayb haberlerindendir.

 

Bu kullanılışlar ışığında Kur'an'da gayb kelimesinin belirttiği hususları; geçmiş tarihî olaylar, gizli ve sır olan şeyler, bir şeyin veya olayın iç yüzü, fizik dünyada başkalarınca görülemeyen nesneler, görülmeyen ve bilinmeyen her şey, ayrıca Allah, melek, ahiret, cin şeklinde özetlemek mümkündür.

 

Genellikle insanın bilgiye ulaşmak için kullandığı duyuların ve zihnî fonksiyonların aracılığıyla bilinemeyen bir olgu olarak algılanan gayb kavramı, Kur'an'da fizik ötesi âlemin varlıklarını belirtmesi yanında, fizik âleminin insan bilgisi dışında kalan uzantısını ifâde etmek için de kullanılmıştır. Buna göre fizik ötesi âlem için "gaybî varlık"; fizik dünyasında vuku bulmakla birlikte çeşitli sebepler yüzünden duyularla algılanamayan olaylar için de "gaybî haber" tabirlerinin kullanıldığı anlaşılmaktadır.

 

Muttakî insanlar Allah'ı, melekleri, cenneti, cehennemi görmeden inanırlar. Bugün müslümanlar, Peygamber Efendimiz'i de görmeden inanıyorlar. Onun içindir ki, Efendimiz: "Beni görüp bana iman edene müjdeler olsun. Beni görmediği halde bana iman edene yedi kere müjdeler olsun." buyurmuştur. (Müsned, Ahmed bin Hanbel, V/248) Gayba inanan mü'min, kendisi Allah'ı görmese de, Allah'ın kendisini gördüğüne inandığından bütün hareketlerini kontrol eder.

 

Muttakî müslüman, ahirette cezalandırılmayayım diye Allah'ın haram sınırlarına yaklaşmaz. Günümüzde "ben görmediğime, laboratuarda incelemediğime inanmam" diyenler, yeni bir söz söylemiş sayılmazlar. Çünkü "bu güneşin altında söylenmedik söz kalmadı." Çağdaş imansızlar gibi, Musa (a.s.)'nın kavminden bir kısmı "Ey Musa, biz Allah'ı apaçık görmedikçe sana inanmayacağız." demişlerdi (2/Bakara, 55). Çölde söylenen bu sözü, bugünkü kâfir, laboratuardan söylüyor. Gözümüzün bir sınırı var. Bu göz Allah'ı görseydi, Allah'ın gücü ve büyüklüğü sınırlı olurdu.

 

Bu gözler, gördüğünü emri altına alıyor. Yüce dağları deliyor. Denizin derinliklerinden en değerli inci mercanları çıkarıyor. Gözlerimiz Allah'ı görecek şekilde yaratılmamıştır. O'nun yarattıklarından ilmini, kudretini, san'atını, rahmetini görüyor ve O'na iman ediyoruz. (2)

 

Mü'minler, gayb'ı bilmeseler de ona inanırlar; hakikatin ve Hakk'ın varlığını ve tekliğini kabul ederler. Çünkü, gaybı, hakikati bildiren Allah'tır. O, insanların nefislerinde ve dışlarında Kendini tanıtıcı âyetlerini sergilemektedir. Mü'minler, görmeseler de, bilmeseler de, gayba inanırlar (2/Bakara, 3). Hakikatin, duyularıyla algıladıklarında değil; görünenlerin gerisinde yattığını kabul ederler. Âlem-i şehadeti tek âlem, dolayısıyla dünya hayâtını da tek hayât kabul etmezler; bu hayâtın ötesinde şimdilik gayb da olsa, varlığından kuşku duyulmayan bir başka hayâtın, yani ahiretin varlığına içten inanırlar (2/Bakara, 4). Görmeden, ama var olduğunu bilerek Rahman'dan korkarlar. "O takvâ sahipleri ki, onlar, görmedikleri halde Rablerine huşu içinde candan saygı gösterir ve korkarlar." (21/Enbiyâ, 49)

Bakara sûresinin üçüncü âyetinde, müttakîlerin ilk özelliğinin gayba iman olduğu belirtilir. "O müttakîler ki, gayba iman ederler" yahut, gıyaben (görmeden) iman ederler. Diğer bir tabirle onlar, gözle değil; kalple iman ederler. İman etmek için, önlerine dikilmiş putlara, haçlara da bağlanmazlar. Gözlerinin önünde bulunan bugünkü ve şu andaki görülen ve hissedilen şeylere saplanıp kalmazlar. Duyu ötesini, kalbi ve kalple ilgili şeyleri tanırlar. İşlerin başı, görülende değil; ruh, akıl, kalp gibi görülmeden görende, tutulmadan tutanda, zaman ve mekâna bağlı olmayarak maddeleri fırlatıp oynatan, fezaları doldurup boşaltandadır. Müttakîler, gayba inanırlar; çünkü onların sağduyuları, saf basiret ve ferasetleri, temiz akılları, açık anlayışları, sıhhatli görüşleri, anlayış kabiliyetleri, yükseklere koşabilecek azimli vicdanları ve iyi seçimleri vardır. Görünen ve hissedilen şeyleri yarar, kabuklarını soyarlar; içindeki özüne, önündeki ve arkasındakinin sırrına nüfuz ederler; görenle görüleni ayırt ederler; hissedilenden düşünülene intikal edebilirler. Varlık ve yokluk içinde gaybdan görünürlüğe, görünürlükten gayba gelip, geçip giden ve hissedilen olayların satırları altındaki gayba ait manaları sezerler.

 

Hakikat, akılla, basiretle, kalp gözüyle görülebilir; dış görünüşü ile değil. Kuvvet görünmez deriz. Halbuki kuvvetin eseri görülmektedir. Aslında görünen de kuvvetten ibârettir. Gelecek zaman bugün görünmez, yarın görünür. Yani, bizce gayb, görülemeyen demek değil; görülmeyen demektir. Bugünün akla uygun olanı, yarının hissedileni olabilir. Biz, delilsiz olan gayba değil; delili olan akla uygun gayba iman ediyoruz. Delilimiz; aklımız, nefsimiz, kalbimiz, kâinat kitabı ve Allah'ın kitabı. Şu halde gaybin hakikatine iman ederken, görünenin gerçeğini inkâr etmeyiz. Şimdiki halde görünen ve hissedilen meydandaki tabiatın iki tarafında geçmiş ve gelecek, başlangıç ve sonuç denilen birer gayb âlemi var. Şu halde, kendini korumak (takvâ sahibi olmak) isteyenler, görülenleri ve hissedilenleri seyrederken, daha önce onların arkasındaki gayba ve gayb ile görülenlerin hepsinin kaynağına, mutlak kefiline, yani âlemlerin Rabbına iman ederler. (3)

İman esaslarının tümü gaybdır. Gayba iman, bir üstünlüktür. Gayba inanan mü'min, maddenin dar kalıpları içinde haps olmaktan kurtulabilmiş, mânevî hayâtın güzelliklerini şehadet âlemi denen bu dünyada tatmaya başlamıştır. Hem insan, hem evren Allah'ın âyetleridir. Küçük evren olan insanla âlem arasında büyük benzerlikler vardır. İnsanın beden ve ruhtan meydana geldiği gibi; evren de fizik ve metafizik boyutludur. İnsanda manevî, ruhî özellikler olduğu gibi; içinde yaşadığımız evrende de manevi varlıklar, melekler ve cinler gibi madde ötesi yaratıklar vardır. Aklıyla ve ruhî özellikleriyle değil; sadece gözleriyle düşünüp karar verebilen materyalistler, gözle göremedikleri canlılara ve gayb âlemine inanmazlar. Halbuki kendilerinde maddî olmayan ruh, akıl, sevgi, nefret gibi nice özelliklerin varlığını kabul etmektedirler. Gözüyle görmediğinin varlığına inanmadığını söyleyen bu insanların, bu sözlerinde samimi olmadıkları görülmektedir.

 

Varlıklar, görülen ve görülmeyen olmak üzere ikiye ayrılır. İçinde yaşadığımız şu dünyaya, elle tutup gözle gördüğümüz âleme şehadet âlemi diyoruz. Melekûta, beş duyumuzla şahit olamadığımız duyular ötesi âleme de gayb âlemi ismi veriyoruz. İnsan, kendi açısından şehadet âleminde yaşarken, aynı zamanda bir yönüyle de gayb âleminde dolaşmaktadır. Bedenimiz şehadet âlemindeki olayların önemli bir kesimine şahit olurken, ruhumuz gayb âleminin gizli dünyasında gezintiler yapmaktadır. İnsan, bedeni ve duyularıyla fizik dünyada yaşıyor. Ruhu, aklı, hayâli, rüyası, önsezisi gibi manevi özellikleriyle gayb dünyasının kapısının aralığından gelen sızıntılara da yabancı kalmıyor.

 

Gaybın Bilinip Bilinememesi

Kur'an'da gaybı sadece Allah'ın bildiği ifâde edilmektedir. "Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez." (6/En'âm, 59) "De ki: Gayb ancak Allah'ındır." (10/Yûnus, 20) "Göklerin ve yerin gaybı (sırrı) yalnız Allah'a aittir." (11/Hûd, 123) "Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir." (16/Nahl, 77) "Göklerin ve yerin gaybı (gizli bilgisi) O'na (Allah'a) aittir." (18/Kehf, 26) "De ki: Göklerde ve yerde, Allah'tan başka kimse gaybı bilmez." (27/Neml, 65) "Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir." (35/Fâtır, 38) "Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir." (49/Hucurât, 18). Gaybı, sadece Allah'ın bildiği konusuyla ilgili hadis-i şerifler de vardır. Bkz. Buhârî, İstiska 29, Tevhid 4; Müslim, İman 77.

 

Peygamberler, gayb konusunda özel bir konumdadır. Kendilerine gelen vahy, gaybla ilgili bir olaydır. Vahyi getiren Cebrail, bir melektir ve gaybdan gelmektedir. Peygamberler gayb âleminin yol göstericileridir. Toplumları gayba ve fizikötesine iman ve itikada davet için gönderildiler. Peygamberler, toplum ve gayb arasındaki ilişkiyi de sağladılar; toplum ve gayb âlemini birbirine bitiştiren bir halka oldular. Bazı âyetlerde, Allah'ın dilediği kullarını gayb hakkında bilgilendirdiği ifâde edilmektedir: "Allah size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini ayırt eder." (3/Âl-i İmran, 179) "O bütün görülmeyenleri bilir. Sırlarına kimseyi muttali kılmaz. Ancak, (bildirmeyi) dilediği peygamber bunun dışındadır." (72/Cin, 26-27) Bu bağlamda Hz. İbrahim'e yer ve göklerin melekûtunun gösterildiği (6/En'âm, 75), Hz. Yusuf'a rüya tabir etme ilminin ve kavminin yiyeceği yemekleri önceden bilme yeteneğinin verildiği (12/Yûsuf, 21, 37), Hz. İsa'nın, İsrailoğulları'nın evlerinde ne yiyip neleri biriktirdiklerine vâkıf olup bunları kendilerine haber verdiği (3/Âl-i İmran, 49) belirtilmektedir.

 

Fakat, peygamberler de beşerdir, bizim gibi insanlardır. Beşer oldukları için de kendiliklerinden gaybı bilemezler. Tüm peygamberler gibi Peygamberimiz'in de kendiliğinden gaybı bilmesi söz konusu değildir. Allah, peygamberlerine gaybdan bazı bilgiler verirdi. Peygamberimiz'in, bir kısım gaybî sırlara sahip olduğu gerçektir ama, her şeyi biliyordu, gayba tümüyle vâkıftı demek yanlıştır. Başta Hz. Aişe olmak üzere sahabilerin çoğuna göre Hz. Peygamberimiz gelecek hakkında bilgi sahibi değildi. O gaybı bilmez. (Bkz. Müslim, İman 287; Tirmizî, Tefsir 7). İbn Abbâs der ki: "Yüce Allah, peygamberlere gaybdan vahyi bildirmiş ve gaybından olan şeyleri onlara vahyetmek ve indirdiği hükümleri sûretiyle onları vahyettiği kadarıyla gayba muttali kılmıştır. Gaybı Allah'tan başkası bilemez (Taberî, XX/123).

 

Peygamberimiz şöyle buyurdular: "Ben de ancak fâni bir insanım (beşerim). Siz bana birçok davalar getiriyorsunuz. Sizlerden biri, diğer tarafa nazaran beni ikna etmede daha kabiliyetli ve muktedir olabilir (meselesini daha beliğ olarak savunabilir). Ben de ondan işittiğime (ve delillere) göre hüküm veririm. Bununla bir kimseye, hakikaten din kardeşine ait bir şeyi verecek olursam, o kimse (bunu) asla almasın. Zira benim ona o şekilde vermiş olduğum şey, ancak ateşten bir parçadır. Dilerse o ateşi alsın, dilerse bıraksın." (S. Müslim, K. Akdiye 13, -c. 2 s. 1337-; Buhârî, c. 3 s. 162 -Çağrı Y.) Dikkat edilirse Rasûl-i Ekrem, getirilen delillerin esas alınmasını ve ona göre hüküm verilmesini tavsiye etmiştir. Ayrıca "ben gaybı bilirim ve mutlaka her hakkı, hak sahibine veririm" dememiştir. Günümüzde bazı medyum, hoca veya şeyhlerin gaybı bildiğini ve ona göre davrandığını iddia edenlere dikkat edilmelidir.

Kurtubî de şu açıklamaları yapmaktadır: "Allah, peygamberi gaybından dilediğine muttali kılar. Çünkü peygamberler, mûcizelerle teyid edilmişlerdir. İşte gayb olan bazı şeyleri bildirmeleri de bunlardandır. Hz. İsa'nın bazı kimselere evlerinde neleri sakladıklarına dair haber vermesi gibi. Yüce Allah, peygamberlerden razı olduğu kimseleri istisna etti. Onlara vahyetmek sûretiyle gaybından dilediğini onlara öğretti. Bunu onlara bir mûcize ve peygamberliklerine dair doğru bir delalet olarak vermiştir. Müneccim ve benzeri kimseler olan falcılar ve gayba dair haber verdiklerini iddia eden kimseler ise, Allah'ın beğenip seçtiği peygamberlerden değildir. Aksine bunlar, sezgi, tahmin ve yalanlarıyla Allah'a karşı yalan söyleyip iftiralarda bulunan kâfirlerdir (Kurtubî, XIX/27-28).

 

Buna göre, beşerin bilgi edinebilme sınırları içerisine girmeyen, insanın bilgi elde etme yollarıyla bilinemeyen bilgilere, yani ona dair bilgiyi Yüce Allah'ın tamamıyla kendisine tahsis ettiği ve ancak dilediği kadarını dilediği peygamberine bildirdiği "gayb bilgisi"ne sahip olduğunu iddia etmek, kişinin kâfir olmasına sebeptir.

 

Gayb, iki kısımda değerlendirilir: a- Mutlak gayb, b- İzâfî (göreceli) gayb. Mutlak gayb, yalnız Allah'ın bildiği gaybdır. Gaybın bu çeşidini Allah, başkasına bildirmemiştir. İzâfî gayb ise, bazılarına göre gayb iken, bazılarına gayb sayılmayandır. Mesela, kişinin içinden geçen duygular, kalbindeki manalar, kendisine malum olduğu, gayb olmadığı halde, başkası için mechul olduğundan gaybdır. Dağın eteğinde olan bir kimse için, dağın ardı gaybdır. Ama uçaktan bakan kimse için, dağın hiçbir yanı gayb değildir. Gayb ile idrak ve duyularımız arasında engel ve duvarlar, maddi perdeler yoktur. Gayb, gaybın varlığı, gizliliğin var oluşu, idrak ve duyularımızın gücü ile ilgilidir. (4)

 

Duyularımızın ve idrakimizin belirli kapasiteleri vardır. Mesela mikropları göremediğimiz gibi, radyonun rahatlıkla aldığı sesleri de çıplak kulağımızla duyamıyoruz. Bu yüzden gayb, bizim idrak ve duyularımızın sınırlı olması yönünden gaybtır. Allah için gayb diye bir şey sözkonusu değildir.

 

Kur'an-ı Kerim, mutlak gaybın bilinmesini sadece Allah'a tahsis etmek sûretiyle bu husustaki cahiliyye inancını reddetmektedir. Kur'an, gaybı bilme özelliğini Allah'a âit bir kemal sıfatı olarak göstermektedir (5/Mâide, 109; 6/En'âm, 73; 9/Tevbe, 94, 105; 13/Ra'd, 9; 34/Sebe', 48). Yalnız Allah'a ait olan gaybı bilmenin, diğer yaratıklardan birine tahsis edilmesini Kur'an tevhide aykırı bulmaktadır. Gayb kapılarını zorlama denemeleri olan fal, kehanet vb. yollara başvurmayı yasaklamaktadır. Allah'ın dilediklerini muttali kılacağı gayb alanına ait bilgi edinme yollarının vahyden ibâret bulunduğu, böyle bir bildirim olmadan gaybı bilmenin mümkün olamayacağı vurgulanmaktadır. Allah ve bildirdiği kadarıyla Rasûlüllah dışında hiç kimsenin mutlak gayb olan âlemle ilgili şeyler bilmesi mümkün değildir. Sihirbazların, büyücü, medyum ve onların yardımcıları olan cin ve şeytanların gaybı bilmesi mümkün değildir. Kur'an onlar için kulak hırsızları (15/Hıcr, 18) der.

 

Yüce Allah, birçok âyetinde gayb ilminin kendine has olduğunu belirtmiştir. Allah tarafından, bilgisi kendisine has olduğu açıkça belirtilen gayb bilgisini bilmek iddiasında bulunanlar kâfir olurlar. Deney yoluyla biliNebîlen hususlarda bir takım emare ve sebeplere istinaden meydana gelecek hallere dair kanaat belirtip tahminlerde bulunmak ise, kişiyi küfre götürmediği gibi, fâsık da yapmaz. Ancak gelecekte kazanacaklarına dair iddialarda bulunmanın, genel ve özel anlamda gelecekte meydana gelecek olayları haber vermenin ise küfür olacağında şüphe yoktur. Yine, kehanet yoluyla ya da arraflık, medyumluk ile gayb bilgisi iddiasında bulunmak da aynı hükümdedir. Arraf ve kâhin gaybı bilmek iddiasında bulunan kimselerdir. Bu gibi kimselere gidip gayba dair bilgiler soranların, Muhammed (s.a.s.)'e indirilenleri yalanlamış olacaklarını açıkça belirten ve onlara gitmeyi yasaklayan pek çok hadis vardır (Müslim, Mesâcid 33; Selâm 125; Ebû Dâvud, Salât 167; Nesâi, Sehv 20; Tirmizî, Tahâret 102; İbn Mâce, Tahâret 122; Müsned, II/429; IV/68; V/380 vs.).

 

Bu arada kâinatta cereyan eden birtakım olayların meydana gelmesini, başka bazı olayların etkisiyle meydana geldiğini ileri sürerek, onları Allah'ın yaratma ve takdiri dışında kalan sebeplerle meydana geldiklerini söylemek de aynı şekilde küfür ve inkârdır. Nitekim Peygamber (s.a.s.)'in Hudeybiye'de bir sabah namazını kıldırdıktan sonra, yağmur yağışını Allah'ın lütuf ve rahmetine değil de; belli bir yıldızın belli bir burca girmesine bağlı olarak kabul edenlerin kâfir olduklarını belirten hadis-i şerifi bu konuda açık deliller arasındadır. (Hadis için bkz. Buhârî, Ezan 156, İstiska 28, Meğâzi 35; Müslim, İman 125; Ebû Dâvud, Tıb 22; Tirmizî, Tefsir 56; Nesâi, İstiska 16)

 

Kurtubî'nin naklettiğine göre, Hz. Ali, Hâricîler üzerine yürümek istediğinde, birisi bu vakitte çıkmamasını ve filân yıldızın doğmasını beklemesini tavsiye etmiş, dediği vakitte yola koyulacak olursa zaferi kazanacağını belirtmiş. Ancak Hz. Ali, ona kesin bir şekilde şöyle cevap vermiş: Muhammed (s.a.s.)'in müneccimi yoktu. Ondan sonra benim de olmayacaktır. Senin bu söylediğin sözün doğru olduğunu kabul eden bir kimsenin, Allah'a şirk koşmuş bir kimse gibi olmayacağından emin değilim. Bundan dolayı biz seni hem yalanlıyor, hem de sana muhalefet ederek, bize gitmemeyi söylediğin saatte yola çıkacağız. Daha sonra Hz. Ali, beraberindekilere yönelerek şunları söyler: "Ey insanlar, yıldızlarla ilgili olarak karanın ve denizin karanlıklarında yol alabilecek kadarından fazlasını öğrenmeyiniz. Şunu biliniz ki müneccim (yıldızlara bakarak geleceğe dair haber veren), sihirbaz gibidir. Sihirbaz da kâfir gibidir. Kâfir de cehennemdedir." (Daha sonra, kendisine bu saatte yola çıkmamasını söyleyene yönelerek:) "Allah'a yemin ederim ki, eğer senin yıldızlara bakıp ona göre amel ettiğine dair bir haber ulaşırsa, ben ve sen, hayâtta kaldığımız sürece hapisten çıkartmam. Yönetici kaldığım sürece (mücahid mü'minlere verilen ve devlet hazinesindeki hakları olan) maaşını keserim." Daha sonra Hz. Ali, o adamın çıkmamasını istediği saatte yola koyulur ve Haricilere karşı muzaffer olur. Bu olay, Nehrevan Olayı diye bilinir. (Kurtubi, XII/29)

 

Zaman ve mekân engeli veya yaratılış özellikleri açısından sınırlı bir varlık olan insan, gayb denilen alanla her an karşı karşıyadır. Mutlak gayb, hakkında hiçbir şekilde bilgi sahibi olunmayan ve vahy yoluyla sadece peygamberlere bildirilen gayb olmak üzere iki kısımdır. İzâfî gayb da fizikî âlemle ilgili ve fizik ötesi olmak üzere ikiye ayrılabilir. İnsanların kısmen de olsa bilgi sahibi olabildiği bu alan, hiçbir zaman sadece Allah'a mahsus mutlak gayb sınırlarını zorlamaz. Esasen bir kimse bir şey hakkında bilgi sahibi olabiliyorsa, söz konusu husus onun için şehadet konumundadır. Bu açıdan izâfî gayba "izâfî şehadet" demek de mümkündür. Gayb ile şehadetin kesişip iç içe girdiği kavşak noktası varlığı olarak niteleNebîlecek bir varlık yapısına sahip bulunan insanda akıl, ruh ve gönül gibi adlarla anılan bazı fizik ötesi boyutlar bulunmaktadır. Kur'an, âlemde insan tarafından müşahede edilen her şeyin görünen yönünün, bilinen fonksiyonunun ötesinde görünmeyen ve bilinmeyen bir metafizik cephesinin de bulunduğunu haber vermektedir (2/Bakara, 74; 17/İsrâ, 44; 22/Hac, 18). Duyulur âlemde gerçekleştiği halde; zaman, mekân ve duyuların yetersizliği gibi sebeplerle insanın bilgi sahibi olamadığı varlık alanları da mevcuttur.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
 

Simli Resim
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol