Tıkla Sende Sitene Ekle


   
  HALİS DİN ALLAH'INDIR
  Hamd
 

Bismillahirrahmanirrahim
Hamd, sözlükte iyilik, güzellik, üstünlük ve erdemlilikle niteleme (medhetme) ve övme manas
ına gelir. Terim olarak, bütün medih türlerini içerip sevgi ve tazimle Allah'a yönelen övgü ve şükrü ifade eder. Hamd, Allah'a karşı kulların memnuniyet ve sevinçlerini, O'na şükürlerini bildirmeleri demektir. "El-hamdü lillâh" sözüne "hamdele" denir.

 

 Kur’an’da Hamd Kavramı

 

Kur'an'da hamd, hepsi Allah'a nisbet edilmiş olarak 43 yerde geçmektedir. Ayrıca, 17 âyette de esmaü'l-hüsnadan “hamîd” ismi yer almaktadır. Bir yerde de hamd edenler anlamında “hâmidûn” kelimesi kullanılır. Peygamberimiz’in ismi olan ve hamd kökünden türeyen “Muhammed” kelimesi, 4; “Ahmed” ise 1 yerde geçer. Peygamberimiz’in âhiretteki makamı olan, “makam-ı mahmûd”, yine 1 yerde kullanılır. Dolayısıyla “hamd” kelimesi ve türevleri Kur’ân-ı Kerim’de toplam olarak 67 yerde geçmektedir. Kur'an’ın ilk âyeti olan "El-hamdü lillâhi rabbi'l-âlemin" (Kâinatın rabbi, yani yaratıcısı ve geliştiricisi olan Allah'a hamdolsun) cümlesi Kur'an'da 7 yerde geçmektedir. "El-hamdü lillâh" cümlesi ise 23 yerde tekrarlanır. El-hamdü lillâh cümlesiyle başlayan 5 sûre vardır. (1/Fâtiha, 6/En'am, 18/Kehf, 34/Sebe' ve 35/Fâtır sûreleri.)

 

Namazın esasını Allah'a hamd oluşturduğundan Kur’an, bazı yerlerde namaza hamd ismi verir (20/Tâhâ, 130; 50/Kaf, 39). Mü’minlerin dâvâ, dâvet ve duâlarının sonu da şudur: Hamd âlemlerin Rabbı Allah'a mahsustur (10/Yûnus, 10). Zaten ilkte de, sonda da hamd, Allah'a mahsustur (28/Kasas, 70). Her şey Rabbına devamlı hamdediyor (17/İsrâ, 44). İnsan ve cinlerin kâfirleri dışındaki tüm yaratıklar Allah’a hamdetmektedirler (13/Ra'd, 13). "Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder. O'nu hamd ile, övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur." (17/İsrâ, 44). "Göklerde ve yerde hamd O'na mahsustur." (30/Rûm, 18) Hamd ve şükür, nimetleri arttırır: "Hatırlayın ki, Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) arttıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir! diye bildirmişti." (14/İbrahim, 7) Bütün bunlara rağmen, insanoğlu ise çok zâlim ve çok nankördür (14/İbrahim, 34). "Kullarımdan şükreden ne kadar az!" (34/Sebe' 13)

 

"El-hamdü lillâh (hamd Allah'a mahsustur) de. Fakat onların çoğu düşünmezler."(17/İsrâ, 111) El-hamdü lillâh.

 

 

 Hamd, "Övgü" ve "Şükür" Kelimelerinden Daha Zengin Anlamlıdır

"Hamd"i, "övmek" diye tek kelimeyle ifade etmek yeterli olmaz. Türkçede yine övmek olarak bildiğimiz medih (methetmek) herhangi bir güzellik ve nimeti bizzat kendisinin kaynak ve sahip olup olmamasına bakmadan ve yüceltme duygusu taşımadan övmektir ki, hamdin yerini tutmaz. Her hamdde bir medih yönü olmasına rağmen; medihte hamd yoktur.

 

Her durumda hamdin övüldüğü halde; övgü, medih (met etmek) bazan kınanmış bir eylem olur. Allah'ın Elçisi; " Yüzünüze karşı medh edenlerin, övenlerin yüzlerine toprak saçın." (Müslim, Zühd 69; Ebû Dâvud, Edeb 9) buyurarak böyle medhi kınıyor. Ama insanlara teşekkürü ve Rabb'a şükrü, nankörlükten (ki küfürle aynı kökten türemiştir.) kurtulmak için ısrarla tavsiye ediyor: "İnsanlara karşı hamdetmeyen (teşekkür etmeyen), onlara nankörlük yapan insan, Allah'a karşı da hamdetmez." (Ebû Dâvud, Edeb 11; Tirmizî, Birr 35). Demek ki medh (övgü) ile hamd başka başka şeylerdir.

 

Hamdin şükürden daha genel ve daha zengin anlamı vardır. Hamd, en geniş anlamda şükürdür. Hamd etmek yerine "şükretmek" diyemeyiz. Çünkü biz, ancak kendimize yapılan bir iyiliğe karşı şükreder ve teşekkür ederiz. Hamdetmek için ise, iyiliğin sadece bize ulaşması gerekli değildir. Şükretmek, kişiye ulaşan bir iyiliğin, bir nimetin karşılığıdır. İyiliğin başkasına ulaşmış olması da hamdetmek için yeterlidir. Çünkü hamd, kişisel ve basit menfaatler karşılığı ifade edilen bir övme değildir. Evrensel ve küllî değerlere duyulan hayranlığın bir ifadesidir. Kişisel yararlarımıza ters düşen durumlarda da hamd edilebilir ve edilmelidir. El-hamdü lillah diyerek, kişi kendi adına Allah'a hamdettikten başka, O'nun nimetine kavuşan bütün varlıklar adına da aynı vazifeyi yerine getirmiş olur. Allah'a hamd, her hal ve şartta; şükürse bize ulaşan nimetler karşılığında yapılır. Bu yüzden, fazlalaşmasını istediğimiz şeyler için şükrederiz.

 

 

"Hamd", Yaratıcı dışında hiçbir şahıs ve kuvvete yöneltilmeyecek bir şükür türüdür. Hamd, nimetleri sınırsız ve sonsuz olan kudrete yapılır ki, o da Allah'tır. Onun için Allah'a hamdetmek, Allah'a şükretmekten daha faziletli, daha üstündür.

 

Allah'a hamd etme ve şükr etmenin bir bakıma iç içe girdiği ve bir bakıma da birbirinden ayrıldığı noktalar vardır. Şükür; nankör olmayan, Allah’ın nimetlerinin farkında olan, sâdık ve kadirşinas insanların özelliğidir. Şükre muvaffak olan insanların sayısı da çok değildir. Allah'ın sayısız nimetleri vardır. "Allah'ın nimetlerini saymaya kalksan, onları sayamazsın, saymaya gücün yetmez." (14/İbrahim, 34; 16/Nahl, 18) Sâdi-i Şirazi, Gülistan'ında; "Bir insan, her nefesinde Allah'a karşı iki şükür borçludur." der. Bir soluk alıp vermede hayatını iki defa bağışlayan, iki defa can veren Allah'tır. Böyle bir Allah'a elbette dilinle, halinle, kalbinle, kalıbınla, teşekkür etmen icab eder. Bundan dolayı gerçek anlamda hamd ve şükürde bulunanlar çok azdır. "Kullarımdan şükreden ne kadar az!" (34/Sebe' 13)  

Hamd Kelimesinin Çağrıştırdıkları

 

Allah'ın güzel isimlerinden biri de hamîd (çok hamdedilen)dir. Allah'ı en iyi tanıyan ve O'na en güzel şekilde hamd eden en büyük insan Son Peygamber'in ismi olan Muhammed ve Ahmed de hamd kökünden gelmektedir. Rasülüllah'ın gök ehli arasındaki ismi Ahmed'dir. (Bkz. 61/Saff, 6) Ahmed, çok hamdeden demektir. Gök ehli, Allah'ı devamlı övmekle, hamdetmekle meşguldür. Onların içinde hamdetmekte de örnek gösterilen, en çok hamdeden Ahmed (s.a.s.)' dir. Efendimiz, müjdeci ve kurtarıcımızın yeryüzündeki adı Muhammed'dir. Muhammed, övülen, çok medh edilen demektir. Rehberimiz, Peygamberimiz, Allah'ın yerdekilerden en çok övdüğü canlı olduğundan; aynı zamanda yerde yaşayanlarca en çok sevilip övülen, salevat getirilip kendisi için duâ edilen insan olduğundan, kendisine Muhammed ismi verilmiştir. O, yine, Kur'an'ın beyanına göre, "Makam-ı Mahmûd"un (hamdedilip övülen makam) sahibidir. (bkz. 17/İsrâ, 79) O yüzden, o kılavuzumuzun bir diğer adı da Mahmud'dur. Makam-ı Mahmud sahibi anlamında kullanılan Mahmud ismi de, kelime olarak hamd kökünden gelmektedir.

 

Her ezan-ı Muhammedi'den sonra da biz, ümmeti olmakla şeref duyduğumuz tek önderimize Allah'ın makam-ı mahmudu vermesi için dua ederiz. O liderimiz, Makam-ı Mahmud'daki komutanımız, onun dâvâsı için dünyada mücadele edecekleri, âhirette "Livâü'l-hamd" sancağı altında toplayacak ve bu sayede "Ve âhıru da'vâhüm eni'l-hamdü lillahi rabbi'l âlemin" (10/Yunus, 10) diyerek O'nun askerleri cennete girecektir. "Livâü'l-hamd", hamd, övgü sancağı demektir.

 

Kıyamet günü, Allah tarafından övgü ve şerefden en yüksek payı alacak olan o en büyük insanın, kurtulanları altında toplayacağı bayrağa hamd sancağı ismi verilmiştir. Böylesine hamdle ilgi bir Rasülün ümmeti, hamdetmeyi unutarak, şükrü ve ibadeti ihmal ederek onu temsil edebilir ve Küçük Ahmed, Muhammedcik (Mehmedcik) olabilir mi? Allah hamîd (çok hamdedilen, çokça övülen)'dir. Muhammed de medh edilen, övülen demektir. Biz bunun böyle olduğuna gerçekten inanıyor, bu isimleri kabul ediyor muyuz? Kimleri övüyoruz, neleri medh ediyoruz günlük yaşantımızda? Çok hamd edilen'le, Övülen'le aramız nasıl? Hamd ile, övgü ve senâ ile, salevât ile irtibatımız ne kadar?!

 

"El-hamdü lillâh", "hamd Allah'a aittir" anlamına gelir. (Arapça ilmî ifadesiyle El-hamdü kelimesinin başındaki lâm-ı tarif cins, ahd, umum ve istiğrak için olabildiğinden) El-hamdü lillâh cümlesinin kapsamlı anlamları vardır. Bunları şöyle özetleyebiliriz: Hamd çeşidi ve cinsinden olarak bilinen şeylerin hepsi yalnız Allah içindir. Tam ve gerçek anlamıyla peygamberlerin ve salih kulların hamdi yalnız Allah'a aittir. Bütün hamd ve senâlar hak itibariyle Allah'a aittir.

 

Hamd, müteşekkirane övgüdür. Bazı âyetlerde (mesela, 20/Tâhâ, 130; 50/Kaf, 39) namaz, hamd ile aynı anlamda kullanılmaktadır. Zira namazın esasını Allah'a hamd ve şükrün takdimi teşkil etmektedir.

 

Hamd, Allah'ın ilahlık vasfının sayısız hikmetlerini düşünerek kemal ve celal sıfatlarını ve kudretini övmektir. Bu kudretin karşımıza çıkardığı varlık veya olay bizim kişisel hesabımıza ters düşse de hamd yapılmalıdır.

 

Bu yüzdendir ki, Fâtiha'nın ilk âyetinde "ben hamdederim" yerine "hamd Allah'a mahsustur" gibi, evrensel değerde bir ifade kullanılmıştır. Böylece hamd, insanların sübjektif tespit ve bağlarından kurtarılmış, Yaratıcı Kudret'in bir hakkı olarak sunulmuştur. (1)

 

Çok sevilen, çok sayılan bir zâtın, bir padişahın hediyesi bize iki hususu düşündürür. Birincisi, o kimse tarafından bize verilen hediyenin maddî kıymet ve değeridir ki, bu, ondan alınacak zevk ve lezzet, sadece maddî değeri kıymetindedir. İkincisi ise, onun, çok saygın bir zâtın, bir padişahın hediyesi olması hususudur ki, burada artık maddî değerin hiçbir kıymeti yoktur. Bu makamda önemli olan, bu hâtıranın o saygın kişiye ait oluşudur. Böyle bir hediyeden alınacak zevkin, öncekinden kat kat fazla olduğunu herkes kabul eder. Çünkü, bu hâtırayla, onu bağışlayan zata bağlanılır, bu hediye, ikram edenle yakınlığın simgesi kabul edilir.

 

Bu örnekle anlaşılmaktadır ki, nimet verilen kimse, nimetten çok, nimet vereni hatırlamalıdır. Verilen nimetlerden yararlanmaktan daha çok önemlidir, nimet verenin bize önem verip, bağış ve ikramlarını sunması. Nimetten, nimet sahibine intikal edilmelidir; Araçlardan amaca, postacıdan mektup sahibine, aracıdan her şeyin gerçek sahibine; Ve bunca acziyet ve isyanımıza rağmen bize ihsan ve bağışından vazgeçmeyen gerçek mürebbimiz Rabbimize. O yüzden tüm nimetlerin sahibi olan zât, büyüklüğünden ve bize değer verdiğinden dolayı devamlı hamdedilmeye lâyıktır. Şükür, sadâkat makamıdır; hamd ise ihlâs makamı. Hamd, ihlâs zirvesinde söylenir; hiçbir karşılık beklemeden, hiçbir mukabele görmese bile Allah'a karşı kulluğunu idrak edip El-hamdü lillâh demek, ancak samimi ve ihlâslı kimselerin şiârıdır.

 

 

 

 Hamd, Allah'a Aittir; Çünkü...

İnsan dünya hayatında ya mutluluk ve huzur içinde; ya da kederle sıkıntılar içindedir. Eğer saâdet ve selametteyse, bu durum, mutluluk sebeplerini Allah'ın yaratması ve ortaya çıkarmasıyla mümkün olmuştur. Böylece, Allah, Rahman ve Rahim sıfatlarıyla tecelli etmiştir; hamde lâyık yalnız O'dur. Eğer kul, sıkıntı içindeyse, bu sıkıntı ve keder, ya Allah'tan, ya da diğer insanlardan gelmiştir. Allah'tan ise, Allah'ın dinini yaşama ve yaşatma mücadelesinden dolayı ise, O, bu musibetlere karşı, sonsuz nimetler verecektir. Eğer insanların zulmünden dolayı ise, O, zâlimden mazlumun intikamını alacağını vadetmiştir. Son iki durumda, Allah'ın Rahim, Müntekım ve din gününün sahibi gibi sıfatları tecellî eder; hamde lâyık yalnız O'dur. O yüzden insan, ister Allah'ın nimetleri sayesinde mutluluk içinde; ister belâlarla imtihan içindeyken olsun, daima Allah'a hamd içinde yaşamalı, her durumda Allah'a hamdetmesini bilmelidir.

 

Hamdi Allah'a has kılarak, O'nun büyüklüğünü, eksiklerden uzak olduğunu, övülmeye lâyık olan yegâne gücün ancak Allah olduğunu vurguluyoruz. O'nu övmekle, O'ndan kaynaklanan her şeyi de kabul etmiş, övmüş ve ona rıza göstermiş oluyoruz. Çeşitli özellik ve güzelliklerde insan olarak yaratılışımıza, O'nun Peygamberinin yegâne önder oluşuna, kitabının yegâne düstur oluşuna râzı olmuş ve boyun eğmiş oluyoruz.

 

Hamd, insanlar yapsa da, yapmasa da ve insanların hamdlerinden önce de, sonra da Allah'a mahsustur, O'nun hakkıdır. Bu Fatiha'nın başlangıcında "El hamdü lillâh" (Hamd Allah'a aittir) yerine; "Ahmedullahe" (Ben hamd ederim) diye "ben" tabiri kullanılsaydı, Allah'ın hakkı olan hamdi, ölümlü varlık insanın istek ve iradesiyle kayıtlamak olurdu. Kur'an, hamdin başlangıçta ve sonda, ezelde ve ebedde Allah'ın hakkı olduğunu söylemektedir: "İlkte de, sonda da hamd, Allah'a mahsustur." (28/Kasas, 70) Yine hamd, yalnız insanlık dünyasından değil; bütün varlıklardan Yaratıcı'ya yükselmektedir. "Göklerde ve yerde hamd O'na mahsustur." (30/Rûm, 18) Kur'an, Allah'a inananların son söz ve isteklerinin âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd etmek olduğunu söyler. "Onların dâvâ, dâvet ve duâlarının sonu da şudur: Hamd âlemlerin Rabbı Allah'a mahsustur." (10/Yûnus, 10)

 

Kul "el-hamdü lillâh" demekle, hamdolunmak Allah'ın hakkıdır, demiş olur. Çünkü Allah, nimetlerinin bolluğu ile, kullarına karşı çeşit çeşit lutuflarıyla hamde en lâyık olandır. Hamd yalnız O'na yaraşır ve başka hiçbir varlığa yakışmaz. Çünkü her nimeti veren O'dur. Verdiği hiçbir nimeti, bir karşılık bekleyerek vermemiştir. O'nun nimetleri bütünüyle ihsandır. Onun için hamd, yalnız Allah'a yaraşır. Lutfettiği her nimet, mutlaka bize fayda verir ve nimetlerin ardı arkası kesilmez. Nimetin bu özellikleri taşıyanını yaratmak yalnız Allah'a ait olduğu için, biz de yalnız O'na hamdederiz. Fakat nimetlerine karşı şükretmekten de âciz olduğumuzu bilerek hamdimizi yaparız. Çünkü O'nun nimetleri o kadar çoktur ki, bunları aklımızla da gönlümüzle de kavramaktan âciz kalırız. Ancak O'nun bize verdiği kudret derecesinde yine O'na hamdederiz.

 

O'na hamdettiğimizi söylemekten maksadımız, bize her nimeti veren Allah'a karşı duyduğumuz şükrânı, gönlümüzün bütün coşkunluğunu anlatan kelimelerle ifade etmektir. Gücümüz buna yettiği için bu kelimeleri kullanıyoruz. Yoksa, bu kelimelerin Allah'ın nimetlerine denk olduğunu iddia etmiyoruz. Böyle bir iddiadan o kadar uzağız ki, uzaklığımızı da kelimelerle ifadeden âciziz. Yoksa şükrânımız, nimetlere tam karşılık kabul edilse, bu büyük bir küstahlık olurdu. Çünkü Allah'ın nimetlerine denk olmak iddiasında bulunulurdu. Buna ise imkân yoktur. Biz hiçbir vakit hamdimizi ve şükrânımızı O'nun nimetine denk tutmak gibi bir günahı işlemeyiz. Bizim hamdimiz ve şükrânımız kendi içimizden fışkıran bir görev duygusudur. Biz bu görevi, aczimizle birlikte elimizden geldiği kadar yaparız.

 

Biz hamdetmekle geçmişe de, geleceğe de bağlantısı olan bir harekette bulunuruz. Yani Allah'ın geçmişte erdiğimiz lutuflarına hamdettiğimiz gibi, gelecekte de nâil olacağımız ihsanlarına şükretmiş oluruz. Geçmişte nâil olduğumuz nimetler, bizi itaate teşvik eder ve biz bu nimetlere şükretmekle aklımızı da gönlümüzü de O'nun yeni nimetlerini karşılamak için açarız.

 

Allah, insanlar için çeşit çeşit nimetler yaratmış, onlara yol gösterici olarak peygamberler gönderip kitaplar indirmiştir. Kendileri için kulaklar, gözler ve kalp var etmiş, ayrıca doğru yolda olsunlar ve dünya-âhiret saâadetini kazansınlar diye emir ve yasaklarda bulunmuştur. Bütün bunların karşılığında insana düşen O'nun yolunda yürümek ve emirleriyle yasaklarının dışına çıkmamaktır. İşte hamd ve şükür budur. Allah'ın insanlardan insanlar için istediği budur. (5/Mâide, 6, 89; 16/Nahl, 78...) Yoksa, Allah insanların hamd ve şükrüne muhtaç olmadığı gibi, küfürlerinden de etkilenecek değildir. Hamdeden, şükreden biri, kendi iyiliği için şükreder, hem dünyada, hem âhirette gerçek saâdete erer. Allah, şükrünün karşılığında nimetlerini artırır ve kendisini mükâfatlandırır, yani O da kullarının şükrüne karşı şükredendir (27/Neml, 40; 14/İbrahim, 7). (2)

 Hamd, Tüm Organlarla ve Özellikle Kalple Yapılır

Dünya nimetlerinden çok âhiret nimetleri, maddî nimetlerden çok mânevî nimetler için hamdetmemiz gerekir. Allah'a hamdetmek, bize her iyiliği, her nimeti ihsan eden Allah'a karşı, bu ihsan ve nimeti vermesi yüzünden, yalnız sözle değil; fiil ile de ta'zim etmektir. Bu hamd işi de kalp, dil ve organlarla yapılabilir. Yani, hamd yalnız dil ile yapılan bir şey değil; gönül ve bütün organlarla yapılan bir görevdir.

 

Kalp ile yapılanı, nimetlerin en önemlisi olan imanı bize taddıran ve sevdiren Allah'ı zikretmek (hatırlamak), O'nun sıfatlarını tefekkür etmek, düşünmek, imanda kemale ulaşma yollarını aramaktır. Dil ile yapılan, Allah'ın bu sıfatlarını anlatmak, sık sık, Allah, şükür, hamd... kelimelerini kullanarak zikirle meşgul olmak, hakkı söylemektir. Organlar ile yapılanı, onları Allah'ın yolundan ayırmamaktır. Allah'ın emir ve yasaklarına mümkün olduğu kadar dikkat ederek kulluk görevini yerine getirmek fiilî hamddir.

 

Küfür ve dalâlet dışında her olay, her fiilî durum karşısında Allah'a hamdedilmelidir. Kerim Elçi Peygamberimiz "Elhamdü lillâh alâ külli hal" (Her durum karşısında Allah'a hamdolsun) buyururlardı. Bu da ancak her organın yaratılış gayesine uygun olarak kullanılmasıyla mümkün olur. Kişinin iç dünyası ile ve iç dünyasına da hamdetmesi gerekir. Buna tatbikî hamd denir. Her çeşit fazilet ve erdemleri elde etmek, İslâm ahlak esaslarını öğrenip uygulamak, bu çeşit hamdin vâsıtasıdır. Yalnız unutmamak lâzımdır ki, her duruma hamdeden mü'min, küfür ve dalâlete, haramlara hamdedip el-hamdü lillâh demez. "Faizler artmış, yaşadık, elhamdü lillâh!" nasıl bir turşu ve inanç salatasıysa; mesela Mısır'da Firavun'un anıtkabirini, yani kutsal(!) mezarını ziyaret ederken "elhamdü lillâh" ile başlayan Fâtiha'yı orada okumak gibi bir acaipliğe düşmez. "Müslümansan kilisede işin ne? Hıristiyansan Meryem heykelinin üzerine niçin pisledin?" denilen kuşa benzemez. Sormazlar mı bu insana; müslümansan Firavunların mezarında işin ne? Gâvursan bu okudğun Fâtiha da neyin nesi?!

 

Hamd, maddî nimetlere yapıldığı gibi, daha çok manevî nimetlere karşı yapılır. Nimetlerin en büyüğü de imandır. Kitab'ımızın hamdle başladığını unutmamak, iman ve hidâyet gibi nimetlere sahip olduğumuzu, başka problem ve eksiklerin çok da önemli olmadığını, dilimizle ve tebessümümüzle hamdi devamlı taşıyarak gösterebiliriz.

 

Hamd ederken, Allah derken başımıza belâ ve musibet gelmez. Biz, O hamd edilmeye, zikr edilmeye lâyık olduğu için bunu yapacağız; ama bu hamdler, zikirler aynı zamanda görecek ve yaşayacaksınız ki dünyamızı da güzelleştirecektir. Bir kuş, avcının kurşununa zikrederken hedef olmaz; zikirden gâfil iken avlanır.

 

Çay ikram edene teşekkür eden kadirşinas kimse, hiç bunca nimet verene teşekkürü unutur mu? "El-hamdü lillâh (hamd Allah'a mahsustur) de. Fakat onların çoğu düşünmezler." (29/Ankebut, 63) “Çocuk edinmeyen, hâkimiyette ortağı bulunmayan, âcizlikten ötürü bir velîye/dosta da ihtiyacı olmayan Allah’a hamd ederim (el-hamdü lilâh) de ve tekbir getirerek O’nun şânını yücelt (‘Allahu Ekber’ de).” (17/İsrâ, 111) El-hamdü lillâh.

 

Bir insan, kendi haberi olmadan birinin sürekli kendi iyiliği için çalıştığını öğrense acaba ne yapar? Herhalde, önce kendisine bu iyiliğin niçin yapıldığını öğrenmek ister. Sonra, bu yapılanlara kayıtsız kalmaz; en azından teşekkür eder. İşte hamdin bir anlamı da budur. Allah, bize bizim haberimiz olmadan iyilikler, güzellikler veriyor. Ama biz, gaflet içinde yaşadığımız-dan bunların farkında değiliz. Her şey biz insanlar için ayarlanmış, uygun hale getirilmiş, emrimize verilmiş. Fakat insanoğlu bunların gelişi güzel, rastgele yapıldığını zannediyor. Bu uyumu, bu muazzam düzeni ve bunun sanatkârını fark etmek, Allah'a sonsuz teşekkürü gerektirir. Bunun içindir ki, Kur'an hamd ile başlamıştır.

 

Kur'an'ın ilk sayfasından başlayan bir okuyucu Allah'a hamd ederek âyetleri okumaya başlar. Yani önce hamd, övgü. Allah'ın büyüklüğü karşısında kendi küçüklüğünü hatırlayarak; İnsanlardan bir insan, okuyuculardan bir okuyucu, mü'minlerden bir mü'min olduğunu hatırlayarak; Bir "dâhi" olduğunu zannederek değil. Eğer hamdi olmazsa bir hiç olacağını düşünerek. Kur'an'ı okumaya başlayan kişi, önce bu tür duygular atmosferinde işe başlamalıdır. Hamd üzerinde düşünme, bu veya benzeri duyguları meydana getirecektir. Çünkü hamd insanın kendini bilmesidir. Yaradılışı düşünerek, satırlardaki, ve sadırlardaki ayetleri tefekkür ederek, evrendeki tüm yaratıkların hamd ve tesbih orkestrasına kulak vererek Allah karşısındaki konumunu tesbit etmesidir. Hamd bir itiraftır, âcizlik ve kulluk itirafı.

 

İnsanların ve cinlerin kâfirleri hariç, doğadaki her şey Allah'ı övmekte, O'na hamdetmek-tedir. (bkz. 17/İsrâ, 44; 13/Ra'd, 13) İnsanoğlu ibâdete, hamde meyilli yaratılmıştır. Birisini veya birilerini övmeye, onlara bağlanıp ibâdet etme ihtiyacındadır. Suyun, çukur bulduğu yere doğru akmaya başlaması gibi, insan da Allah'ı unutursa, birilerine doğru akmaya, ona ibâdet etmeye, bağlanmaya, övüp yüceltmeye başlar. Çünkü insan, sadece sınav olmaktadır ve yalnız Allah’a ibâdet/kulluk etmek için yaratılmıştır. İbâdetini Allah'a etmezse, başkasına edecektir. Zira onun mayasında bu vardır. (3)

 

 

 

(29/Ankebut, 63) “Çocuk edinmeyen, hâkimiyette ortağı bulunmayan, âcizlikten ötürü bir velîye/dosta da ihtiyacı olmayan Allah’a hamd ederim (el-hamdü lilâh) de ve tekbir getirerek O’nun şânını yücelt (‘Allahu Ekber’ de).”

 

 
 

Simli Resim
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol